
NECDET KOCAK’IN EVRAKLARI ARASINDA
ABDÜLHALİK BEYATLI’YA AİT ÖNEMLİ ELYAZMALARI
Mehmet Ömer Kazancı
“Yeni şiire düşkünlüğüm çocuklarıma düşkünlüğüm kadardır. Bazılarının yeni şiir bir laftan ibarettir şeklindeki iddiasını çürütmek için aşağıdaki şiirimi sunuyorum:
BÜYÜK AŞK
Aşklar var
İnsanı denize bağlar
İnsanı dağlar
Aşklar var
Yana yana
İnsanı insana bağlar
Aşklar var
Zehirden acı
Ama baş tacı
Aşklar var çeşit çeşit
Aşklar birbirine olamaz eşit
Aşkların kimisi büyük
Kimisi küçük
Ama Kerkük aşkı
Her şeyden büyük”[1]
Yukarıdaki sözler Türkmen edebiyatında serbest şiirin öncülerinden biri sayılan Abdülhalik Beyatlı’ya aittir. Beyatlı’nın serbest şiire vurgunluğunu, tutkunluğunu dile getirmektedir.
Fakat Beyatlı bu sözleri kime söylemiştir, nerede, ne zaman söylemiştir. Bunlar, Beyatlı’nın bir kağıt üzerine kendi kalemiyle kayda almış olduğu ifadelerdir. Kağıt rahmetli şehit liderimiz Necdet Koçak’ın evrakları arasında bulunmuştur. Kocak’ın kız kardeşi Nezahat hanım tarafından Kerkük Türkmen Kardeşlik Ocağına tevdi edilmiştir. Abdülhalik Beyatlı bu evrakların bir diğerinde, yine serbest şiir hakkında görüşlerine şu şekilde yer vermektedir. “vezin âleminden uzak olan bu şiir, muayyen bir fikri ihtiva eden bir şiirdir. Vezne bağlı kalsaydı bu büyük fikri bu şekilde ifade etmek imkanı olamazdı. Yeni şiir bir bütündür. Bu bütünlüğü kuran fikir kuvvetliliğidir. Allı ballı sözlerle, allandıran ballandıran her söz şiir değildir. Şiir denen nesne, fikir aynası olmalıdır. Aşk konusu aruzla ifade edilebildiği gibi, yeni şiirle de ifade edilebilir, hem de en güzel şekli ile:
Böyle ezin ezin bakma gözlerime
İlk serçe sesiyle uyan
Sarmaşık gibi sarıl dudaklarıma
Seni seviyorum inan
Yeni şiir (için) söyleyeceğim söz bu kadar. Saygılarımla…”
Bu son “saygılarımla” sözcüğünden çıkarılabileceği gibi bu ifadelerle birisi muhataptır. Evraklar, rahmetli değerimiz Necdet Kocak’ın metrukleri arasında bulunduğu için, muhatap kişinin Koçak’ın ta kendisi olduğu anlaşılmaktadır.
Koçak (1939- 1980) ile Beyatlı (1930 – 2013) arasında dokuz yıl yaş farkı olsa da, fakat aynı ideal, aynı mefkure ve kariyer değerler etrafında birleştiklerine şüphe yoktur. İkisi de, yüksek öğrenimlerini yapmak üzere bir ara Ankara Üniversitesinin Ziraat Fakültesinde bulunmaktadırlar. İlişkileri günden güne artmakta, samimiyetleri güçlenmekte, aynı yarınların kendilerini beklemekte olduğu algısı içerisinde hareket etmektedirler. Birisi siyasete daha düşkün, öbürü kültürel konularla daha fazla ilgilenmekte. Ancak ikisi de yüreklerinde aynı aşkı taşımakta, aynı aşkı benimsemektedirler. Bu aşk Kerkük aşkıdır. Abdülhalik Beyatlı “Büyük Aşk, Kerkük’ü Özleyiş, Anam Kerkük, Kerkük’ü Dinliyorum” gibi bir nice şiirinde bu aşkı yanık dizelerle dile getirmiştir.
Bu aşk, İkisinde de, 14 Temmuz 1959 tarihinde Kerkük’te fanatik Kürtler tarafından Türkmenler hakkında işlenen soykırım ile körüklenerek doruğuna varmıştır. “Akıllara durgunluk veren bu vahşetle ilgili haberler, çok geçmeden dünyanın her tarafında duyulmaya başlamış. Avrupa’da birçok televizyon katliamda öldürülen Türklerin sokaklardaki cesetlerini haber bültenlerinde göstermiş ve bütün dünya adeta şok olmuştur. Türkiye’ye gelince, ne yazık ki, Türk radyoları bu konuda bir müddet suskunluk yaşamıştır”[2] .
Koçak ile Beyatlı bu suskunluğa son vermek için hemen devreye girmişlerdir. O tarihte Koçak Ankara’ya yeni yerleşmiştir. Oysa Beyatlı Doktorasını bitirmek üzeredir.
Dönenim tanık gözlemcilerinden biri olan Rahmetli değerimiz İzzettin Kerkük, Abdülhalik Beyatlı’nın bu konudaki rolünü şu şekilde özetliyor:
“Tam anlamı ile kapalı bir kutu olan Irak’tan katliam hakkında her hangi bir bilgi alınamıyordu. Bir soydaşımız Irak’tan kaçarak İstanbul’a gelmeyi başarıyor. Üniversite öğrenimini Türkiye’de yapan Dr. A. Haluk Beyatlı (Abdülhalik Beyatlı) adındaki bu genç 24 Temmuz 1959 günü Cağaloğlu’ndaki eski halkevi binasında bir basın toplantısı yapmak istemiş, ancak polis, bir gerekçe göstermeden basın toplantısının yapılmasını yasaklayarak, merakla gelen gazeteciler ve Kerküklü gençleri dağıtmıştır. Bunun üzerine bu satırların yazarı (İzzetin Kerkük), o sırada çalıştığı Türk Haber Ajansı vasıtasıyla aynı günün akşamı adı geçenden (yanı Abdülhalik Beyatlı’dan) katliamla ilgili özel bir beyanat almayı başarmış ve kanlı olay, ertesi gün gazetelerde bütün detayları ile Türk Kamuoyuna duyurulmuştur.”[3]
Rahmeti İzzetin Kerkük, “Kerkük Hatıralarım” kitabında aynı bilgilere değindikten sonra şunları eklemektedir: “Böylece Türk kamuoyu olayın mahiyetini canlı bir kişinin ağzından duymuş oldu.”[4]
Ancak “Irak Türklerinin problemleri Necdet’in Türkiye’ye gelmesinden sonra, özellikle milliyetçi muhitlerde daha büyük bir meşgale ve alaka konusu haline geldi. Fakülteye ayırdığı sınırlı zamanların dışındaki bütün zamanını bu konulara tahsis etmişti. Cebeci’de kaldığı bekâr evi, bütün öğrenimi sürecince Irak Türklerinin bir kültür merkezi oldu.”[5]
İki dava arkadaşının, Irak’a dönerken Bağdat üniversitesinde çalıştıkları sürece aralarındaki ilişkinin koptuğunu düşünmek olanaksız. Elimiz altında bulunan kağıtlar bunun bir tanığı olarak gösterilebilir. Kağıtlar galiba Abdülhalik Beyatlı tarafından Bağdat’ta Koçak için yazılmış ve kendi eline teslim edilmiştir. Koçak da, bu anlamlı emanetleri, Abdülhalik Beyatlı’nın kalemine bir saygı gösterisi olarak öyle özenle kaldırmış ki, hiç birinde günümüze kadar bir buruşukluk söz konusu olmadığı gibi, şimdi yazılmış gibi bir görünüme sahiptirler.
Daha sonra kaderleri her birini bir yöne çekmiştir. 1980 yılında Koçak, şehadet şerbetini içerken, Beyatlı emekliye ayrılmayı yeğlemiş ve bir ara Irak’ta kaldıktan sonra, “çok sevdiği İstanbullu eşi ve çocuklarıyla Türkiye’ye göç etmiştir[6]. Aslında Koçak da Türkiyeli Ayten adında bir hanımla evlenmiştir. Ayten hanım da, Koçak şehit edildikten sonra Türkiye’ye dönmek zorunla kalmıştır. İki dava arkadaşının benzer taraflarından bir diğeri de, işte bu.
Koçak, Abdülhalik Beyatlı’dan sakladığı evrakların birinde, günümüze kadar yayınlanmamış farklı bir şiir bulunmaktadır. “Tablolar” adını taşıyan bu şiir, Beyatlı’nın poetikasını anlamak için en güzel örnektir.
Şu ev çok güzel
Bir kat
İki kat
Üç kat
Bir kadın oturmuş
Duvarının dibinde
Üst-başı
Berbat
İşin yoksa
Önündeki tasa
Bir para
İki para
Üç para
At
Bir araba geçiyor karşıdan
Dört tekerlek
Bir at
İki at
Arabacı
Arabasından berbat
Sırtında
Dört yüz filislik
Bir kat.
Şu kadına bakın
Hele şu kadına
Duyum olmaz tadına
Dudakları
Lale gibi kırmızı
“Çiy ciğer” yemiş
Kafirin kızı
Hazine bulmuş
Bileziği sayısız
Zinciri “ay”sız
Kendine güveni var
Entarisi dar mı dar
Hanım efendi
Vakitli vakitsiz çıkıyor
Ve koskoca güneşe
“ben çıkayım
Sen bat
Sen bat”
Diyor
Hanım efendi yaşıyor
Şu talebeye maşallah
“Günlüğü” çok
Defteri yok
Kalemi yok
Elinde bir “Kuş vuran”
Camlar çat
Elektrik lambaları pat
At babam at
Camsız pencereler
Karanlık sokaklar
Yarat
Yarat aslanım yarat
Aman ne güzel
Ne güzel hayat
Yat talihim yat
Çamura bat
“Siyana” bat
“Boyağa” bat
Beyatlı az yazan öz yazan bir şairdi. Ömrü boyunca yayınlamış olduğu şiirlerin sayısı 20’yi geçmemiştir. Fakat bütün görüşmelerinde yayına vermediği onlarca şiirlerinin bulunduğunu söylemekteydi. Koçak ağabeyimize tevdi ettiği bu şiir sözlerini doğrulamaktadır… Nur içinde yatsınlar….
Not:
Bu yazıda geçen evrakların Kerkük Kardeşlik Ocağı arşivinde bulunduğunu bize bildiren ve daha sonra bir nüshasını ileten değerli hocamız Ahmet Kasapoğlu’na teşekkür etmeyi bir borç bilirim. 20.12.2024
[1] Bu şiir daha sonra Kardeşlik dergisinde yayımlanmıştır. Sayı 2 yıl 2 (1962)
[2] Suphi Saatçi Ve Mehmet Tütüncü (Hazırlayanlar – 2005) Kerkük’ün Sönmez Ateşi İzzettin Kerkük Armağanı, ITKYD, Genel Merkez, İstanbul, s 152.
[3]Suphi Saatçi Ve Mehmet Tütüncü (Hazırlayanlar – 2005) Kerkük’ün Sönmez Ateşi İzzettin Kerkük Armağanı, ITKYD, Genel Merkez, İstanbul, s 153.
[4] İzzettin Kerkük ( 2017 ) Kerkük Hatıralarım. Kerkük Vakfı yayınları nu…… s 109.
[5] Nuri Güngür (2007) Eleme Aşına Nesil: Şehit Necdet Koçak Albümü. Kerkük Vakfı Yayınları Nu: 23. İstanbul, s 23
[6] Ata Terzibaşı (2013) Kerkük Şairleri, 4. Kitap. Kerkük vakfı, İstanbul. s 216.