Yüzyıl’ın Türk sesi : Ahmet Kabaklı’nın Hayatına Kısa Bakış
(1924 – 2001)
Hamid Ahmedzade
Ahmet Kabaklı 24 Mayıs 1924 yılında, Harput’un Gülbağı Meydan mahallesinde dünyaya geldi. Ömer Kabaklı beşinci oğlunun adını Ahmet koydu. Ahmet’in
babasının adı Ömer Bey, annesinin adı Münire hanımdır. Ahmet Kabaklı henüz iki yaşını doldurmadan, babası Ömer Kabaklı Şeyh Sait isyanının bastırılması esnasında şehit düşmüştür.
O yüzden Ahmet Kabaklı’ya annesi Münire hanım hem annelik, hem de babalık yapmıştır. Öyle ki; küçük Ahmet baba yokluğunu hiç hissetmemiştir. Aksine Ahmet Kabaklı o günleri “Çocukluk Cenneti” diye anlatır. Kabaklı öldüğü güne kadar Harput Güllübağ mahallesinde geçirdiği günlerden şevk ve zevk ile bahseder: “Mahallemizde annemin Sündüz hala isimli vefalı ve sefalı bir komşusu vardı, tam bir edebiyat aşığıydı, çok içten, samimi, hoş sohbetti, maniler söyler, fıkralar anlatırdı…”
Annem Sündüz hanım’ı şöyle anlatırdı: “Harput yakınında, Güllübağ dere civarında bir bağımız vardı. Sündüz Hanım gül mevsiminde her sabah, ama her sabah, tan yeri ağarırken kalkar, sırtına bir çarşaf alır, daha güller açmadan elini kulağına atıp maniler, türküler söyleyerek bağımızın alt tarafındaki dereye giderdi. Bir gün ona niçin her sabah oraya gidiyorsun diye sordum. Bana – Yavrum, bizde derler ki sabah erken seher vaktinde bülbül gelirmiş, gülün dalına konar ötermiş. Gülde ancak o zaman açarmış. İşte ben her sabah onu görmeye gidiyorum. Ama henüz hiç göremedim…” Sündüz hanım sanki o gün yeni Azerbaycan’dan Harput’a gelmiş birinin anlattıkları gibi, Anadolu’da hiç duyulmamış hikayeler bilirdi. O Türk kültürünün adeta en eski kaynaklarından biriydi.
Ahmet Kabaklı’nın annesi Münire hanım da yüzlerce, belki binlerce ilahi, şiir, hikaye, beyit, türkü, bilmece ve kahramanlık destanlarını biliyordu ve bunları küçük Ahmet’ e anlatmıştı.
“Keklik ve Çarık”, “Gül ve Bülbül” hikayeleri de bunlardan sadece ikisiydi. Münire hanımın eşi Ömer Kabaklı ölmüş olsa da hala, (müezzin Ömer’in) okuduğu ilâhiler, münacatlar, ezanlar, Münire’nin yüreğinden diline süzülür, Ahmet’in ise yüreğinde, zihninde ve dilinde daima yer alırlardı:
“Şol cennetin ırmakları
Akar Allah deyü deyü
Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım mevlam seni ”
—–
“Ben bir Köroğluyum dağda gezerim
Ateş topuzumla başlar ezerim”
Bence Ömer Kabaklı cennetten gelen bir kuş gibiydi. Bu kuşun iki kanadı vardı. Biri Allah sevgisi ve diğeri Türk sevgisi… Ahmet Kabaklı da öldüğü güne kadar babasının bu mirasını taşımıştır. O der ki: “Şehitler kanları ile, âlimler de bilgileriyle yazdıkları eserleriyle vatanı başları üstünde tutarlar, ona yüce sütunlar olurlar, yıkılmaktan korurlar”. Ahmet Kabaklı.
Bu sözüyle Ahmet Kabaklı kendisinin yazarlığına, babasının şehadetine vurgu yapmış gibi görünür.
Bence Ahmet Kabaklı’nın ilk üniversitesi Harput’un Güllübağı mahallesi ve ilk üniversite hocaları da, Ömer Kabaklı’nın manevi varisi olan eşi Münire hanım ve komşuları Sündüz hanım olmuştur. Harput’da Kadir gecelerinde Münire hanım ile diğer hanımların, mevlüt okumaları ve Ahi Evran (Nasrettin Hoca) kılığına girerek verdikleri hem güldüren hem düşündüren öğütleri, Ahmet Kabaklı’nın söz ve hikaye dağarcığını genişletmiştir. Bu tükenmez hazine, Ahmet Kabaklı’yı ünlü bir yazar, gazeteci, düşünür, tercüman yapmakla beraber; dernek ve vakıf işleriyle uğraşmasına da vesile olmuştur.
Münire hanımın Türk bayramlarından olan Nevruz bayramlarında çocuklarını önce Harput’da Sara hatun camiine ve (Uzun Hasanın annesi için yaptırdığı tarihi cami, – bir rivayete göre Uzun Hasan Harput’ludur ve bundan dolayı, Azerbaycan ve Harput’un ortak bir kültürü oluşmuştur) eşi Ömer Kabaklı’nın mezarını ziyarete götürür. Sonra Harput’un Güllübağ ve dağ derelerine götürüp, o yerlerdeki yerde birikmiş karları bir kenara sıyırıp, mavi ve mor bir çiçeği koparıp çocuklarına göstererek: ” Nevruz gülü budur. Bu gelmezse bayram gelmez, yıl değişmez” der.
O zamandan beri ben Nevruz gülünü görmeyince, yılın yenilendiğine inanamazdım, üstümü başımı yenilemezdim. Ben yeni yılı, Sultan Nevruz gülü ile tanımıştım. Tebrizli Şair Şehriyar’ın dediği gibi:
Bayram yeli çardakları yıkanda
Nevruz gülü kar çiçeği çıkanda
Ağ bulutlar gömleklerin sıkanda
Bizden de bir yad eyleyen sağ olsun
Dertlerimiz koy dikelsin dağ olsun…
Kadir gecelerini, Kuran’ın bir gecede indiği, o bir gecesi bin aya bedel olan güzel aylı yıldızı gecenin önemini Aşık Elesker şöyle anlatır:
Ben aşık bin aya değer
Kaşların bin aya değer
Yıl var bir güne değmez
Gün var bin aya değer…
Ahmet Kabaklı o zamanlar Harput’ da köy kızı Nezih’in sayesinde Kuran’ı arap alfabesi ile öğrenmişti. Peygamberin hayatını ve daha bir çok şeyi öğrenmişti. Henüz Ahmet’in kulağında, öğretmenleri olan Cemile hanım, Cahit Bey, Yahya Pehlivan, Cemal Meriç’in… sesleri, duyulmaktadır. O yıllar yoksulluk yılları olmasına rağmen, Harput’un güllü bağları Ahmet’in gözünde cennetin güllü bağları misalidir. O yüzden Ahmet Kabaklı bütün bilgilerini Harput’a borçlu hisseder. Ahmet Kabaklı’nın zihninde ölen komşuları Sündüz hanım ve başka değer verdiği kişilerin sesleri vardır. Ahmet öldüğü güne kadar Harput’un bu güzel insanlarının hatıralarıyla yaşamıştır. Ahmet Kabaklı’yı, Ahmet Kabaklı yapan tam da o günlerde öğrendiği Türk kültürü ve Türk medeniyetidir. Kabaklı Harput’da ilk şiirlerini ve ilk yazılarını 14 yaşlarında kaleme almaya başlamıştır. O yıllarda Ahmet Kabaklı Türk şairlerine örnek olarak bir kitap hazırladı, o kitap günden güne tekmilleşip, ulu bir çınar olup nihayet Türkiye’nin Edebiyat antolojsine dönüştü. Bu kitap çeşitli ciltleri ile Türk dünyasının Edebiyatı ve kültürünü, bin yıllardan beri günümüze taşıdı. Bu kitap Türk’ün temel kitabı olduktan sonra Türk dünyası Ahmet Kabaklı’ ya, “Son Şeyhü’l muharririn” lakabını verdi. Bu Türk ansiklopedisi, Türk edebiyatı ve şiirinin eşi olmayan bir hazine gibi Türk dünyasında en ünlü kaynaklardandır. Bu şöhrete rağmen Ahmet Kabaklı hiç durmadı. Ahmet Kabaklı 1972’de Türk Edebiyatı Aylık Fikir ve Sanat dergisini kurdu. Öyle ki 52 yıldır hiç ara vermeden günümüze kadar gelen bu dergi, Türk dünyasının en ünlü dergilerinden biri olmuştur.
Ahmet Kabaklı bununla da yetinmedi. Ahmet Kabaklı 1979’da Güney Azerbaycan’da, “yıldız” gazetesinin yayınlandığı yılda, (İran’da şahın kaçtığı gün ilk Türkçe yayınlanan gazete) Ahmet Kabaklı’nın çabaları ile Türk kitap vakfını kurdu ve o vakıfta çarşamba sohbetlerini başlattı ki, 45 yıldır ardı kesilmeden Türk dünyasına Türk’ün kültürü ahlakı, ilmi, tarihi, marifeti ve edebiyatı hakkında bilgiler verir. Türk kitap vakfı yalnız Türkiye’ye ait değildir. Her hafta çarşamba günleri Türk dünyasının dört köşesinden Türk alimleri bu kutsal mekana gelip, Türk kültürünün dünü, bugünü, gelecegi ve genişlemesine dair yeni fikirler ortaya koyarlar. Bu vakfın varlığı ile Çin’den İtalya’ya kadar uzanan coğrafyada yaşayan hiçbir Türk yalnız değildir.
Ahmet Kabaklı yazılarını şu adlar ile yayınlamıştı: Ahmet Kabaklı, Kabaklı Ahmet, Ferhat first, Türkçesi A. Kabaklı, A.K müstear gibi adlarla yazıları, birçok gazete, dergi ve kitapta basılmıştı.
2001 yılının şubat ayının 8’inde Ahmet Kabaklı’nın hayata gözlerini yumması dünya Türklerini büyük bir hüzne boğdu ve ardında büyük bir matem bıraktı.
Bu dünya fanidir fani
Bu dünyada kalan hani
Davud oğlu Süleymanı
Taht üstünden salan dünya
” Haste Kasım. “
Ahmet Kabaklı vefat ettikten sonra, Türk dünyası, bir alim evladını kaybetmişti. Ahmet Kabaklı için Türkiye’de eşi az görünen bir cenaze merasimi yapıldı, binlerce Kabaklı hayranı Fatih caminde toplanıp, Kabaklı’nın (son şeyhü’l – muharririn) cenaze namazını kıldılar.
Ahmet Kabaklının cenazesi başta Recep Tayyip Erdoğan, Servet, Serhat ve Esat Kabaklı ve binlerce ilim ve bilim adamının omuzlarında toprağa verildi. O gün o mezarlıkta sanki:
Ömer Kabaklı önde münacat okuyordu:
“o bir oğlan ki periler su içerler çanağında
inci kaynar bulağında
ayelerdir dudağında…”Şehriyar”
Sanki o cenaze töreninde başta Dede korkut, Ertuğrul, Mevlana, Tebrizli Şems,
Ahi Evran, Yunus Emre, Necip Fazıl, Heyder baba (Şehriyar), Teyfik Fikret, Yahya Kemal vs… Ahmet Kabaklı’yı uğurlamaya gelmişlerdi. O gün sanki Türk padişahları, o mezarlığı bir saray gibi süslemiş, öyle bir saray ki o sarayın da padişahı Ahmet Kabaklı… O sarayda iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalık vardı.
Baştan yola öncülük yapan Kabaklı vefat ettikten sonra başlattığı şecereye teyibe günümüze kadar devam etti. Ahmet Kabaklı’nın vasiyeti üzerine kabaklının yeğeni rahmetli Servet Kabaklı bu görevi uhtesine aldı. 28 ağustos 2015’de Servet Kabaklı Allah’ın rahmetine kavuştu, bu sefer Serhat Kabaklı, vakfın başkanlığını üstlendi ve gece gündüz demeden Türk kitap vakfında çalıştı. Serhat hocanın başkanlığında, Kuzey ve Güney Azerbaycan’nın yazarlarının önemi Türk kitap vakfında daha da arttı. Azerbaycan milletinin baş yazarı Anar Riza onuruna ödül verildi. Tebriz’den Sekavet İzeti, Huşeng Ceferi, Seba Kabaklı ve Hamid Ahmedzade Türk kitap vakfında güney Azerbaycan’ın şiir ve şairleri hakkında danışmanlık yapmaktadır. Bu vesileyle Ahmet Kabaklı, Serhat Kabaklı ve İmdat Afşar cenabları, Tebriz gazetelerinde tanındı.