KERKÜK UMUTLAR KALDI BAHARA…

                                            KERKÜK   UMUTLAR KALDI BAHARA…

                                                             Dr. Fevziye HASASU

 Yine akşam oldu, yine güneş daldı ufuklara, karanlık bastı her yeri, yumruk gibi ağır bir hüzün çöktü ruhumun derin köşelerine, göğsümdeki girdapları deşe deşe. Yine özledim sevdalımı, çünkü bu saatleri hep onunla paylaşırdım yaş fidanken. Onunla geçirirdim onunlayken, ordayken. Hatırlıyorum ben oradayken, damda uyurduk yaz geceleri. Her yeni gün ağardığında iple çekerdim gün batımını, evimizin arkasındaki camiye bakan penceresinden müezzinin akşam ezanını okumak için camiye gelişini beklerdim telaş içinde, sabırsızlığım okunurdu edalarımda, bakışlarımda. Gözüm bir pencerede, bir çeşmeden suyla doldurduğum narin tuzhurmatu şerbesinde (pişmiş çamurdan yapılmiş. Gece damda uyurken suyumuzu ona koyardık yaz geceleri susayınca içmek için) olurdu. Vakit çatınca da şerbeyi kaptığım gibi bir solukta tırmanırdım evimizin ikinci katındaki damına. Bereket damımız kalenin tam ortasında ve en yüksek olanlardandı. Güneşin son demini yakalar ufuk çizgisine olan hüzünlü vedasını heyecanla izlerdim.

Kuşların avlumuzdaki kaliptoz ağacına ve camideki çınara telaşla dönüşünü, gözümü, kulağımı ve ruhumu doyura doyura her gün ilk defa görüyormuş gibi özümserdim, o günkü sevmediğim anıları yıkardım içimden. Güzel şeyleri özenle yerleştirirdim hafızamın güzide bir köşesine, evde hiçbir iş yapmazken ve yazın tatil olduğu için bütün günümü kitap okuyarak geçirirken, özenle yapardım damdaki yatakları ve ev halkı da bu huyuma alıştığı için bu işi bana bırakmıştı. Bende bu halvetime bu mihrabıma kimsenin karışmaması için üzerime düşeni eksiksiz yapardım. Ufuktaki çizgi kaybolup güneş yatağına çekilince kollarımı başımın altında bağdaş edip sırt üstü uzanırdım yatağıma, karanlık basıp yıldızlar teker teker parlamaya başlayınca kızarmaya başlardı üstümdeki gök kubbe. İşte o renk sevdalımın özeliydi, işte beni sevdaya düşüren o hummalı o eşine rastlanmayan ateşin kızılı hayatimin anlamı ve rengi olmuştu, orada uçan meleklerde mutluydu, kuşlarda, kelebekte.

O kubbenin altındaki insanlarda mutluydu. O ezeli baba gürgür ateşinin kızıla boyadığı KERKÜK semalarıydı, o sevdalımın baş belası zengin petrol kaynaklarının yeryüzüne bıraktığı ve havayla buluşunca yanan gazların parlamasıyla gür gür yanan ateşin rengiydi Kerkük semasına rengini veren. Orası kara toprak kızıl asuman diyarıydı, ben orayı çok sevdim, seviyorum ve seveceğim. Onun bağrında anam beni doğurdu, onun havasını soluyarak ninnilerimi dinledim, anama ana demeyi öğrendim. O ana toprağım, o akşamsefalarının, şebboyların, ranelerin, aslan ağzılarının, kanafillerin bahçelerini süslediği sevdalım. Her an yüreğimi deşen kara sevdam, içimde ama uzakta, kafamda ama ırakta, bildiğimiz üzre çok muhabbet tez ayrılık getirir, böylede oldu. Şimdi benim boynum bükük, sevdalımın bağları virane, gülleri solgun, bülbülleri ötmez, dostları biçare, ihanet ve delalet arasında bi namaz! Namert baltası saplanmış bağrına, umutlar kaldı bahara.

Kara toprak kızıl asuman diyarı

Baba gürgür gür gür yanar yatağında

Her şafakta güneş doğar benzi sarı

Kale ağlar, kışla ağlar el ağında

Ağıt yakar mahpus dolu zindanları

Dağ fermanı okunurken köz dağında

Yanar yürek sıkar bilekik bağları

Dağdan gelen kol gezer gâvur bağında (gâvur bağı=Osmanlıdan sonra ilk Kerkük katliamının yapıldığı onlarca şehidin düştüğü Kerkük’ün yaralı bir semti)