Şarku’l Avsat/ Siyaset dünyası halen, onlarca yıl çekmecelerde veya nefeslerde tutulan ilgi çekici sırlarla dolu. Ancak zaman zaman bazı sırlar, ortaya çıkıyor ve liderlerin, özellikle de diktatör olanlarının gizemini çözecek yeni bir yapboz parçası sunuyor.
İfşa olan böyle sırların en sonuncusu, merhum Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin ile ilgili. Bilindiği üzere Saddam Hüseyin, komşularıyla savaşmayı adeta alışkanlık haline getirmişti.
Hatta İran’la 1980-1988 yılları arasında yaptığı 8 yıllık savaş henüz bitmişti ki hazırlıklara başlayıp Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgal etti. El Mecelle sitesi, Saddam Hüseyin’in Kuveyt işgalinden önce ve sonra İran Dinî Lideri Ali Hamaney ile Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani’ye gönderdiği gizli mesajları ortaya çıkardı.
Bu mesajlarda işgal hazırlığı haber verilmiş. Merhum Irak Cumhurbaşkanı, mesaj göndermeye 21 Nisan 1990’da başlamış ve mesaj alışverişi 2 Ağustos’taki işgal sonrasına kadar devam etmiş.
İfşa olan siyaset sırlarının en yenisi, komşularıyla savaşmayı adeta alışkanlık haline getiren Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’le ilgili..
Bazılarını merhum Filistin Yönetimi Başkanı Yaser Arafat ile Irak ve İranlı diplomatların taşıdığı mesajlar, Irak’ın Tahran’a ateşkes teklifini içeriyor.
Bu teklifler nihayetinde, Saddam tarafından sunulan ve Tahran’ın tüm şartlarının kabul edildiği büyük tavizlere dönüşmüş.
Kuveyt işgaline hazırlık
Irak ile Kuveyt arasındaki siyasi gerilimler, 16 Temmuz 1990’da tırmanmaya başladı. Şöyle ki Irak, Arap Devletleri Ligi’ne (Arap Birliği), kendi deyimiyle petrol pompalanmasındaki artış yüzünden Kuveyt ve BAE’den şikâyetçi olduğu bir protesto notası verdi.
Ona göre bu artış, petrol fiyatlarının düşmesine neden olarak Irak ekonomisini etkiledi. 17 Temmuz 1990’da Saddam Hüseyin, Temmuz 1968 devriminin yıldönümünde bir konuşma yaparak Körfez ülkelerini, özellikle de Kuveyt’i Irak’a karşı bir petrol komplosuna karışmakla suçladı ve Kuveyt’e ‘münasip bir karşılık’ vermekle tehdit etti.
Bunun öncesinde 28 Mayıs 1990’da Bağdat’ın ev sahipliğinde düzenlenen olağanüstü Arap zirvesinde dikkat çekici bir gerilim yaşanmıştı.
O sırada zirveye başkanlık eden Saddam, Arafat’ın daveti üzerine Arap ulusal güvenliğini ele alan zirvenin ana konusunu atlayarak, Kuveyt’i Irak’ın petrolünü çalmakla itham etti.
Gözlemcilere göre işgal, aslında ciddi bir ekonomik krize karşı koyma çabasıydı. Bu kriz, İran’la olan savaşı sonucunda biriken borçları sebebiyle Irak’ı sıkıştırdı ve bunun üzerine Saddam, Körfez’deki komşularını ortak petrol sahalarından paylarına düşenden daha fazlasını pompalamak suretiyle petrol fiyatlarını kasten düşürmekle suçladı.
Kuveyt, Irak’ın savaş borçlarını iptal etmeyi reddedince de Saddam Hüseyin, onu işgal etmeye karar verdi.
Mecelle’nin yayımladığı alıntılardan anlaşıldığı üzere Saddam’ın yeni bir savaş cephesi açmadan önce İran’la olan gerilim cephesini kapatması gerekiyordu.
21 Nisan 1990’da Hamaney ile Rafsancani’ye gönderilen ilk mesajda şu ifadeler yer alıyor:
Size daha önce, savaş esnasında Irak medyası üzerinden dolaylı olarak hitap etmiştim. Size 5 Ocak 1990’da alenen yönelttiğimiz son girişim, hiç şüphesiz tam ve kapsamlı barışı sağlama niyeti taşıyordu. Lakin savaşın trajedilerinden ve yeniden patlak verme ihtimallerinden uzaklaşmamız için ülkelerimiz arasında arzuladığımız barışı henüz ilerletemedik ki bu; zanlar, endişeler ve şüpheci yorumlarla kuşatılan anlaşılır bir durum.
Size bu defa doğrudan sesleniyorum ve Müslümanların oruç tuttuğu şu mübarek ayda aramızda doğrudan bir görüşme düzenlemeyi öneriyorum. Bu görüşmede bizi, bu mesajı taşıyan Abdullah Sahib, Sayın İzzet İbrahim ed-Duri ve yardımcı ekibimiz; sizi de Sayın Ali Hamaney ve Haşimi Rafsancani ile yardımcı ekibiniz temsil etsin ve Allah’ın yardımıyla barışı tesis etmek ve İran ile Irak arasında savaşın tekrarlanmasıyla çıkacak fitneyi önlemek için birlikte çalışalım.
Saddam ayrıca, Ramazan Bayramı’nın ikinci gününde de bir görüşme teklif etti. Bu onun, Tahran’la olan meseleyi bir an önce halletmeye acil ihtiyacı olduğunu gösteriyor.
Rafsancani, cevabi mektubunda “Bu mesajı sekiz yıl önce göndermiş olsaydınız İran ve Irak, belki de tüm İslam ümmeti, bugün tüm bu kayıplar ve mağdurlarla karşı karşıya kalmazdı” sözüyle Saddam’a çıkıştı, ama aynı zamanda gerçek ve kapsamlı bir barış istediğini belirterek Irak Cumhurbaşkanı’nın girişimini memnuniyetle karşıladı.
Yıkıcı bir savaş
22 Eylül 1980’de patlak verip sekiz yıl süren Irak-İran savaşı, yarım milyondan fazla ve başka tahminlere göre yaklaşık bir milyon insanın ölümüne sebep oldu.
Yol açtığı mali zararın da 1,19 trilyon dolar olduğu tahmin ediliyor.
Savaşın ilk kıvılcımı, 17 Eylül 1980’de, yani Saddam sınır çatışmaları sonucunda 1975 Cezayir Anlaşması’ndan çekilince görüldü.
İran Şahı ile imzalanan bu anlaşma, Şattülarap’ın yarısının İran’a verilmesini gerektiriyordu.
Ancak Saddam, İranlıların sınır bölgelerini bombaladığını iddia etti ve İran’ın derinliklerini bombalayarak karşılık verdi.
Böylece savaş alevlendi ve bu savaşta ABD, Bağdat’a teçhizat ve kuvvet desteği vererek önemli bir rol oynadı. 8 yıllık savaş, ‘Tanker Savaşı’ olarak adlandırılan ayrı bir bölüme sahne oldu.
Petrol tankerlerinin iki taraf arasındaki çatışmada önemli bir hedef olduğu bu savaş, ABD Başkanı Ronald Reagan’ın yönetiminin son yıllarında İran ile Irak arasındaki büyük savaşın zirvesinde yaşandı.
Savaş meydanının kaybedilmesiyle birlikte İran Devrimi Yüce Rehberi Ayetullah Humeyni, başta Kuveyt ile BAE olmak üzere Saddam’ı destekleyen ülkelere ait ve Irak petrolü yüklü gemilere karşı Arap (Basra) Körfezi’ni kapatma kararı aldı.
İran, Hark Adası’nda kendisine ait petrol limanına giden yolun tehdit altında kalması halinde Körfez’deki ulaşım yollarını güvenli bırakmayacağı tehdidinde bulundu.
1984 yılı baharında Kuveyt ve Suudi Arabistan gemileri saldırıya uğradı. 13-14 Mayıs 1984’te iki Kuveyt tankeri (Ümmü’l-Kasaba ve Bahra), 16 Mayıs 1984’te ise Suudi Arabistan’ın Ras Tanura limanında Suudi tankeri (Mefharatu Yenbu) bombalandı.Daha sonra Kuveytliler, Batı’dan yardım istedi ve ABD, Körfez’e bir filo göndererek Kuveyt ticari gemilerinin üzerinde Amerikan bayrağı dalgalandırdı.
ABD’li yazar Lee Allen Zatarain, Ocak 2019’da yayınlanan kitabında bu olayı şöyle değerlendiriyor:
Tanker Savaşı, ABD’nin ilk savaşıdır. Bu müdahale, açık bir çatışma sahasına yol açtı. İranlılar, Hürmüz Boğazı’na mayın yerleştirdi ve hem tankerlere hem de ABD savaş gemilerine saldırı botları konuşlandırdı. Dünyanın en büyük altıncı gemisi olan ABD tankeri SS Bridgestone, 24 Temmuz 1987’de bir İran mayınına denk gelip battı. Ardından ABD Donanması, İran saldırı botlarına karşı, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük savaşını verdi.
Bu esnada ABD Donanması SEALs, İranlılarla savaşmak üzere Körfez’e geldi. ABD’li yazar, bu konu hakkında şöyle diyor:
Çatışmaya teşvik eden Saddam Hüseyin, oturup İran’ın ABD gemilerine İpek Böceği füzeleri fırlatmasını izledi. Bu faaliyetler, o dönemde duyurulmuş olsaydı Kongre’nin İran’a savaş ilan etmesi gerekecekti. Temmuz 1988’de savaş gemisi USS Vincennes’ten denizciler, uçuş halinde bir İran uçağına ateş açtı ve 300 sivilin ölümüne neden oldu. Bu hadise, savaşın bitiminden bir ay önce yaşandı ve belki de Ayetullah Humeyni’ye baskın gelmek için bardağı taşıran son damlaydı.
İran ile Irak arasındaki savaş yıkıcıydı. 1953 yılındaki Kore savaşından sonra en büyük ve uzun geleneksel savaşlardan biriydi. Yarım milyon insan öldü ve belki bir milyon kişi de yaralandı. Savaşın ekonomik maliyeti bir trilyon doları aştı. Ayrıca modern çağda kimyasal silahların geniş ölçekte kullanıldığı tek savaştı.
İran’ın şartları ve bağlantı noktası Arafat
Saddam, başka bir savaş cephesiyle ilgilenmek için sonunda İran’la barış arzularken, İranlılar bu barışın gerçekleşmesi için üç şart koştu. Rafsancani, mektubunda bu şartları şöyle sıraladı:
Öncelikle İslam topraklarımızın bir kısmındaki işgalin devam etmesi, kapsamlı bir barışa ulaşma yolundaki hareketimizi yavaş ve sonuçsuz kılacaktır. Biliyorsunuz ki biz, savaşı durdurma kararı aldıktan sonra Irak’taki tüm kuvvetlerimizi vakit kaybetmeden sınırlarımıza geri çektik. İkinci olarak, iki ülkenin cumhurbaşkanları arasında iletişim kurulmadan önce bizim tarafımızdan bir temsilci ile sizin tarafınızdan bir temsilcinin, dostane ilişkilere sahip bir ülkede oturup görüşmesi lazım. Üçüncü olarak, anlaşmazlıkların çözümü için uygun çerçeve olması itibarıyla 598 sayılı kararın benimsenmesinde herhangi bir aksaklık olmaması adına prosedür tamamlanmış olmalı.
Bu noktada merhum Başkan Yaser Arafat’ın, mesajları Tahran’a gönderdiği bir elçi üzerinden iletmek suretiyle iki taraf arasında oynadığı arabuluculuk rolü devreye girdi.
22 Mayıs 1990 tarihli mektupta Arafat, Hamaney’e şunları yazdı:
Kendisine teslim ettiğim özel bir mesajı taşıyan elçimiz Ebu Halid kardeşimizin size gelmesini bir fırsat olarak görüyorum. Sayın Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’den gelen bu şaşırtıcı ve önemli mektup, Irak’tan İran’a, daha doğrusu Irak yönetiminden İran yönetimindeki kardeşlerine yönelik bir iyi niyet girişimidir.
Bu girişim, genel olarak İslam ümmetinin ve özel olarak da Arap milletinin geçirdiği tehlikeli koşullar tarafından dikte edildi. Arap-İslam dünyası, Üçüncü Dünya ülkeleri ile halklar ve bilhassa Filistin halkı, Sayın Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’in size karşı başlattığı bu girişime karşı sizden olumlu ve yapıcı bir girişim beklemektedir.
Bu, iki Müslüman kardeş ülke arasındaki bu durumu İran ve Irak halklarının, İslam ümmetinin ve Filistin ile onun mücahit halkının yararına olarak sona erdirmek için başlattığımız hayırsever çabalar ve bu birleşik etkenlere dayalı olarak geliyor. Size tüm muhabbet ve kardeşlik duygularıyla ve tüm kutsallar adına sesleniyorum: Bu mübarek adımı hızlandıralım. Müslümanların yürekleri size kulak kesiliyor ve bu girişimin başarısı için can atıyor.
Bağdat ile Tahran arasındaki mektuplaşmalarda zaman zaman iplerin gerildiği görülüyor. Saddam, 19 Mayıs tarihli bir mektupta Rafsancani’ye şu cevabı verdi:
Mektubu okudum. Sonra birkaç defa daha okudum. Yönetimdeki kardeşlerimle, mektubunuzdan, ülkelerimiz arasında yaşanan ve çatışmanın sebebi veya sonucu olan sorunlara kesin ve nihai bir çözüm bulmak için zirve düzeyinde bir görüşme yapma teklifimizi kabul ettiğinizi anlıyoruz. Bundan memnun olduk. Lakin mektubun ruhu, umduğumuz gibi değildi. Zira başında ve her fırsatta üstü kapalı, sonunda ise sert ifadeler içeriyordu.
Mecelle sitesinin haberine göre Saddam, mektup metnindeki yanlışları şu sözlerle dile getirdi:
Mektubunuz, ‘dayatılmış savaş’ ve ‘yavaş anlama’ gibi ibareler ve terimler içeriyor ve bu gibi mektuplarda kullanımına alışık olduğumuz ‘Selam size olsun’ cümlesi yerine, ‘Selam doğru yolu izleyenlere olsun’ ifadesiyle bitiyor.
Durum, geride bıraktığımız zamanın veya savaşın üslubundan farklı yeni bir hitap tarzı denememizi gerektiriyor. Güvenlik Konseyi’nin 598 sayılı kararına gelince; Temmuz 1987’de çıkarıldıktan sonra kabul ettiğimizden bu yana bizim nazarımızda o karar, iki ülke arasında kapsamlı ve kalıcı bir barış planıdır.
İki ülkenin, kararın içerdiği ilke ve hükümlerin yardımına başvurarak üzerinde anlaştıkları esaslara göre barış sağlandığında her bir ülkenin ordusunun, kendi ülkesi içinde olup, iki ülkeden birinin herhangi bir tepesine, kara parçasına veya sularına uzanmaması bir sonuçtur ki bunu özel şartlar, ateşkes mülahazaları ve savaş-barış halinin olmaması dayatır.
Saddam, mektubuna şöyle devam ediyor:
Mektubunuzda, Irak topraklarından çekildiğinizi belirtmişsiniz. Bununla, cümlenin sonuna doğru öğrenilen, özel şartlar altında Halepçe’den çekilmenizi kastediyorsunuz. Biz de deriz ki: 1980 yılında silahlı çatışmanın başlangıcı olarak bilinen koşullarda ordularımızın girdiği topraklarınızdan çekildik. 10 Haziran 1982’de görsel ve işitsel basın organlarında çekilme kararını ilan etmemizin ardından 20 Haziran 1982’de süreci tamamladık. Zaten en fazla 10 gün içinde çekileceğimizi söylemiştik, bunu da yaptık. Ama sizin kuvvetleriniz, bizim ordularımızın çekildiği koşullardan farklı, özel savaş koşullarında çekildi.
Bu yüzden, Halepçe’den özel koşullar altında çekilmenizi, başkasının topraklarını elde tutma hırsınızı veya arzunuzu yok sayan bir iyi niyet ispatı olarak görüyorsanız eğer, o zaman bizim 1982 yılının yanı sıra, Temmuz 1988’de güney ve orta kesimlerdeki ‘Dördüncü Tevekkelna alellah’ operasyonlarından sonra topraklarınızdan çekilmemizi de ek bir delil olarak kabul etmek daha doğru olur. İyi niyetimize ve Irak’ın İran topraklarından herhangi bir parçayı ele geçirmeyi istememesine dair başka deliller de mevcut.
Mektuplaşmaya vakit yok
İranlılar, mektup yoluyla iletişim kurmaktan hoşlanmadı. Görünüşe göre barış şartlarının sağlanmasına doğru hızlı adımlar atılmasını istiyorlardı. Nitekim Rafsancani, Saddam’a yazarak mektuplaşmayla zaman kaybedilmemesini talep edip şöyle dedi: Allah’tan dileğim bu, son mektup olsun ve barış yolunda ciddi ve pratik adımlar görelim.
Hamaney’in iki taraf arasındaki görüşmelere katılmamasına karar verildi. Mektubu, 598 sayılı kararın yorumlanması ve uygulanması konusundaki anlaşmazlığa cevaben şu ifadeleri içeriyordu:
Sayın Sirus Nasiri (Cyrus Nasseri), temsilcimiz olarak sizin temsilcinizle görüşecek. Vazifesi, kararın uygulanması ve iki ülke arasındaki barışçıl ilişkileri yeniden başlatacak zeminin hazırlanması için temel konuları görüşmektir. Ondan, zaman öldürmeye ve mevcut durumu uzatmaya sebep olacak şeklî ve ikincil meselelerin tartışılmasına katılmaktan uzak durmasını talep ettik. Altınız çizmemiz gerekir ki iki cumhurbaşkanının görüşmesi, ancak iki tarafın da olumlu sonuçlardan emin olması halinde uygun ve isabetli olacaktır. Aksi takdirde mevcut durumdan daha fazla olumsuz etki ve zarar doğurabilir.
İran, “İki taraf için uygun mekânın seçilmesi, bizim için bir sorun teşkil etmeyecektir. Görüşmelerin başlamasının arifesinde bakış açısının belirlenmiş olması tercih edilir” sözleriyle zirvenin Suudi Arabistan’da yapılmasına da karşı çıktı.
Sıfır Saat (Stunde Null) yaklaşır ve Irak ile Kuveyt arasındaki gerilimler Temmuz 1990’da doruk noktasına ulaşırken Saddam, acele etti ve İran’ın istediği tavizleri vermeye hazır hale geldi.
Mecelle sitesinin bildirdiğine göre 30 Temmuz’da, yani Kuveyt’in işgalinden üç gün önce Saddam, Rafsancani’ye bir mektup göndererek İran’la ne pahasına olursa olsun bir anlaşmaya varma konusundaki kararlılığını ortaya koydu.
Bunun için girişiminin şartlarını çürüterek aralarındaki iletişimi kolaylaştırmak için Tahran ile Bağdat’taki büyükelçiliklerin tekrar açılmasını önerdi.
Tahran, bu mektup karşısında olumlu bir tavır sergiledi. Rafsancani, Saddam’ın mektubundaki tüm noktalara cevaplar içeren şu kısa mektupla karşılık verdi:
Mektubunuzda, barışa doğru hareketi hızlandırmak konusunda vurguladığınız noktayı tamamen kabul ediyoruz. Lakin bu, şeklî teklifler sunma ve içeriğinde bir ilerleme kaydedilmeden görüşmelerin düzeyini yükseltme konusunda hız ve ilerleme olması anlamına gelmez. Aksine uluslararası kabul görmüş ikili anlaşmalara bağlı kalınmalıdır. Biz, meşru haklarımızdan fazlasını talep etmiyoruz, zira sekiz yıllık bir savaşta elde edilemeyen şeyin görüşmelerde elde edileceği düşünülemez.
Daha sıcak bir ton
Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesinin hemen ardından mektupların dili değişerek daha sıcak oldu.
Özellikle de Saddam’ın Batı’nın Kuveyt’i desteklediği bir durumda, kendisine destek verecek birine ihtiyacı varken…
O sırada ABD ve Sovyetler Birliği, Güvenlik Konseyi’nden Irak’ın Kuveyt’e yönelik hareketini kınayan ve Bağdat’ı askerî güçle bile olsa koşulsuz geri çekilmeye zorlayacak uluslararası bir ittifak oluşturmak için uluslararası bir destek toplayan kararların çıkarılmasında ilerleme kaydetti.
Arap bölünmesine rağmen Arap Birliği de Irak’ın Kuveyt’i işgalini kınadı, Bağdat’ın Kuveyt’i ilhakı ve bunun sonucunda ortaya çıkanları geçersiz saydı, Irak’ın Arap Körfez ülkelerine yönelik tehditlerini sert bir şekilde eleştirdi, Irak askerî güçlerinin Suudi Arabistan sınırlarına toplanmasını kabul etmedi ve ayrıca Riyad’ın, Arap güçlerinin sınırlara nakledilmesi talebine olumlu yanıt verdiğini duyurdu.
Kuveyt’in işgalinden sonra Saddam, Tahran’a yeni bir mektup göndererek İran’ın işgale yönelik resmî açıklamalarına ve askerî hareketlerine değinmiş.
Daha sonra gerek mektupları gerekse iki ülkenin büyükelçilerinin Cenevre’deki görüşmeleri üzerinden girişimlerini gözden geçirerek şöyle dedi:
Irak ve İran’dan herhangi biri, doğru konumundan saparsa meşru haklarının teyit edilmesi bir yana, halklarının barışı kazanması için tarihî bir fırsat kaçmış olacak. Katettiğimiz bu yol sarsılırsa kayıp büyük olur.
Saddam aynı ayın sekizinde gelen bir mektuba cevaben Rafsancani’ye bir yakarış mektubu yazdı.
Sonra da 12’nci günde, kapsamlı bir barış gerçekleştirmek ve böylece özür sahibini etkileşime girmekten ve beklenti içinde olmaktan alıkoyacak bir şey bırakmamak, Irak’ın hiçbir enerjisini büyük savaş meydanının dışında âtıl koymayıp bu enerjiyi değerli Müslümanlarla Arapların doğruluğunda hemfikir olduğu hedefler için seferber etmek, siperlerdeki müdahaleyi ortadan kaldırmak, iyi insanların Irak ile İran arasındaki normal ilişkilere yol bulması için zanları ve şüpheleri ortadan kaldırmak amacıyla bir girişimde bulunarak şöyle dedi:
Bizim mektubumuzdan bu yana doğrudan uzayan diyaloğumuzun bir sonucu olarak, Cenevre’deki temsilcimiz Sayın Berzan İbrahim et-Tikriti’nin temsilciniz Sayın Sirus Nasıri’den teslim aldığı 8 Ağustos tarihli cevabi mektubunuzdaki önerinizi kabul etmeye, yani 30 Temmuz 1990 tarihli mektubumuzda yer alan bilhassa esir takası konusundaki esaslara ve Güvenlik Konseyi’nin 598 sayılı kararının altıncı ve yedinci fıkrasına uygun olarak 1975 Anlaşması’na uymaya karar verdik.
Saddam ayrıca, anlaşmalar hazırlamak ve mutabık kalınan düzeyde bu anlaşmaları imzalamak için Tahran’a bir heyet göndermeye veya Bağdat’ta bir heyeti ağırlamaya hazır olduğunu da göstererek şöyle dedi:
Bir iyi niyet göstergesi olarak 17 Ağustos Cuma gününden itibaren çekilmeye başlayacağız. Normal şartlarda günlük görevlerin yerine getirilmesi, Irak ile İran’da tutulan tüm savaş esirlerinin derhal ve kapsamlı bir şekilde takas edilmesi ve bunun kara sınırlarından ve Hanekin-Kamer Şirin yolu ile üzerinde anlaşılan diğer geçitlerden yapılması için, sembolik olarak sadece sınır muhafızları ve polisleri bırakarak, sınır boyunca karşınıza çıkan güçlerimizi çekeceğiz. Biz 17 Ağustos Cuma gününden itibaren bunu başlatacağız.
İran’ın zaferi, Irak’ın yenilgisi
Yayımlanan mektuba göre Saddam, İran Cumhurbaşkanı’nı kardeş olarak niteleyip şöyle diyor:
Ey Kardeş Cumhurbaşkanı Ali Ekber Haşimi Rafsancani, bu kararımızla her şey netleşti ve böylece tüm istedikleriniz ve odaklandıklarınız gerçekleşti. İslam ilkeleri çerçevesinde iş birliğinin hâkim olduğu ve her birimizin diğerinin haklarına saygı duyduğu yeni bir hayata açık bir denetim noktasından birlikte bakabilmemiz ve bulanık sularda avlananları kıyılarımızdan uzaklaştırmamız için belgeleri ortaya koymaktan başka bir şey kalmadı. Belki de bizim iş birliğimiz, diğer yaşam alanlarının yanı sıra Körfez’i, başımıza bir felaket gelmesini bekleyen yabancı güçlerden ve yabancı filolardan boşaltılmış bir barış ve selamet gölü haline getirecek.
Son olarak İran’dan gelen bir cevap olarak Rafsancani, Saddam’a şöyle diyor:
Değerli Irak Cumhurbaşkanı Sayın Saddam Hüseyin, tarafınızdan gelen 14 Ağustos 1990 tarihli mektubunuzu aldık. Mektubunuzda ilan ettiğiniz üzere 1975 Anlaşması’nı yeniden kabul etmeniz; kararın uygulanması, 598 sayılı karar çerçevesinde anlaşmazlıkların halledilmesi ve ateşkesin kalıcı ve sağlam bir barışa dönüştürülmesi için yolu açtı. Kuvvetlerinizin işgal edilmiş İran topraklarından geri çekilmesi, İran İslam Cumhuriyeti ile barış yolunda samimiyetinizin ve ciddiyetinizin bir göstergesidir. Ne mutlu ki bu, esirlerin serbest bırakılması için kararlaştırılan tarihe denk geliyor. Açıklanan takvime göre kuvvetlerinizin geri çekilmeye devam etmesini ve her iki tarafın esirlerinin serbest bırakılması sürecinin hızlı bir şekilde sürdürülmesini umuyoruz. Cenevre’deki temsilcimiz vasıtasıyla size bildirdiğimiz gibi biz, temsilcinizi Tahran’da ağırlamaya hazırız. Temennimiz odur ki olumlu havanın ve mevcut iyi niyetin devam etmesiyle birlikte, iki Müslüman halk ve ülkenin tüm meşru hak ve sınırlarını koruyarak kapsamlı ve istikrarlı bir barışa ulaşabilelim.