- YILINDA: ALTUNKÖPRÜ KATLİAMI
(28 Mart 1991-2021)
Dr. Şemsettin KÜZECİ
II. Körfez Savaşı sonrası, 20. asrın başından beri demokratik bir düzen özleyen Irak halkına, büyük güçlerin propagandası, güven vermesi etkili olmuştur. Bu baskıcı, soykırımcı idareye karşı ayaklanmalar olmuş ve her hareketin ardından da yine zararlı çıkan Türkler olmuştur. Güya ayaklanmayı bastıracak yönetim güçleri, olaylarla ilgisi olsun olmasın, çoğunluk kendi halindeki çoluk, çocuk, kadın ve yaşlı kimi yakalamışsa kurşuna dizmiş, yüzlerce insanı katletmiştir. Top, tank ve füzelerle her yere saldırmış, şehri harabeye çevirmişlerdir. Her olay, her bahane “Türk’ü buluyor”, arkasız kabul ettikleri bu toprakların gerçek sahiplerini topraktan silmeye çalışıyorlar. “Suçumuz Türk olmaktı.”
Binlerce yıldır “devlet kurmuş, çoğunluğu şehir ve kasaba hayatında silahı, ayaklanmayı düşünmeyen” bu şerefli halkın bu şekilde silinip yok olacağı günü bekleyenlerin anlamadığı bir başka şey, Türk kültüründe var olan millet ve tarih şuuruyla her zaman bir çözüm üretebilir, çabasını derinleştirir. “Bazen ölümler dirilişin habercisidir.”
Altınköprü‘de katledilenler 300 milyon Türklüğün şehididir. Her Türk onları ve diğer acı çeken can veren milletinin bu mazlumlarını unutmayacak, onların mücadelesini gerçekleştirecek, ne kadar Saddam ve uşşakları, “Büyük güçlerin” görmezlikleri ve kural tanımayan “insanlık dışı kalabalıkların” hesabını görecektir.
Kerkük halkı böyle bir durumda çareyi kuzey bölgelerine Altunköprü, Erbil ve Süleymeniye’ye kaçmakta bulmuş ve arkalarında Irak ordusu, ceylanın peşindeki vahşi sırtlanlar örneği kovalıyor; askeri güçler ve destekçileri de hızlı bir şekilde kuzeye doğru ilerliyor; yolları üstünde, Kerkük ile Erbil şehirleri arasında bulunan, şirin ve büyük bir Türk kasabası olan, Altınköprü’de, Tuzhurmatu’da, Dakuk, Leylan, Tezehurmatu ve Kerkük’te yaptıklarından daha ileri gitmiş, yine yüzlerce masum Türk’ü; kadın, çocuk, yaşlı,genç, erkek, özürlü insanlar, hamile kadın demeden katletmişlerdir. Evler, ev araları, sokaklar ölüm çağırıyor, gerekçeleri: “Ayaklandınız.”
Altınköprü; Şehitler, gaziler şehri. Sığınılacak bir yaratan kalmış, bu vahşetin her tarafa yayılmasıyla birlikte, vahşetin kendilerini yakalayacağı korkusuna kapılan binler bu defa doğa şartlarını hiçe sayıp, aç, ayakkabısız, arabalı, yaya. Daha yukarılara kaçıyor, bir kısmı İran topraklarına geçmeğe çalışıyor, ortada değişik bir can pazarı yaşanıyor.
Saddam ve ondan öncekiler döneminde yaşanan sistemin yarattığı katliamlarda Kurmançlar Türkmenlere sığınmış, onlar tarafından korunmuş, bu defa hepimizin ortak tarihi vatanı, mazi devleti Türkiye bu kaçanlara bağrını açıyor ve Hakkâri, Şırnak Vadisi kaçanlarla doluyordu. Yarım milyon (çoğunluğu Kurmanç aşiret mensubu) Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve halkının yardım ve sevgisiyle canlarını kurtarıyor…
Biraz da son gelişmeleri iyi kullanan ABD ve diğer güçler, stratejilerine uygun bir zemini kaçırmamış, güya, “Saddam’ın katliamından halkı kurtarmak adına”, BM’de bir karar aldırarak 36. paralelin kuzeyini “Uçuşa yasak bölge” ilan etmiş. Daha sonra çeşitli kararlarla güvenli bölge ilan ettikleri Kuzeyde, değişik senaryoları gerçekleştirmek üzere devreye giren güçler, bazı aşiret reisleri ve maiyetine sağladıkları maddi ve siyasi haklar, yine biz Türkler için hiç de güvenli bir ortam olmadığını, değişik bir kuşatılmışlığı ortaya çıkarıyordu.
Türkmenlerden Türkiye’ye sığınanların önemli bir kısmı dönmeyecektir; bir kısmı dünyanın dört bir yanına, bir çok ailenin her ferdi bir başka kıtaya, bir başka ülkeye dağılmak üzere. Çünkü, Türkmenlerin büyük çoğunluğunun ailesi, ev barkı “güvenli bölge”’ ilan edilen 36. parelelin altında idi. Ne Altunköprü ne Kerkük ne de Musul; (Manidar değil mi, Musul 36. paralelin üzerinde olmasına karşın, güvenli bölge içerisine alınmamıştır) bu güvenli bölge içerisine girmiştir. Bu bölgeler Saddam rejiminin eli altındadır. Kerkük ve daha güneyde yaşayan iki milyondan fazla Türk, Saddam’ın insafına terk edilmiş.
Görmemek, bilmemek diye bir durum olabilir mi? 3 milyondan fazla Türkmen Türk’ü, bugün bile, şunca gelişme karşısında bile görmeyen güçler, Türkleri yeni bir soykırıma devrederken, 1992–93’ten itibaren Irak’ta Türk varlığını yok etmeye, eritmeye, göçe, mal ve mülklerine el koymaya devam eden Irak yönetimi, bir yandan da değişik bir katliamı yapan BM ve “süper güçler!” İşkencenin bir yolu da görmezlikten, duymazlıktan gelmektir. İki “kara vahşet”in arasında kalmış; binlerce yıllık şerefli bir mazinin, üstün insanlık şerefinin çocukları biz Türkler, Irak Türkleri dağıtılmaya, yanlarına ihtiyaçları olabilecek hiçbir şeyi almadan adeta “Kırım sürgünleri gibi” dağıtılıyor, Türk’ü yok etme düşünceleri gerçekleşiyordu. Her gün aileler ya güneye veya kuzeye sürülmektedirler. Bütün bu sürülmeler Türkmenlere ait ev, işyeri ve arazileri başka ailelere dağıtılması planına göre uygulanmaktadır.
II. Körfez Krizinin, Irak Türklerine getirdiği diğer bir sıkıntı da ailelerin düştüğü kopukluk, birbirlerinden haber alamama, birbirlerinin yanına gidip gelememeleridir. Artı sözüm ona “Güvenli bölge” dedikleri kısımda yaşayanlar üç milyondan fazla Türk’ün ancak onda biri iken, Saddam’a terk edilenler bu insanların yüzde doksanıdır. “Güvenli Bölge” ilan edilen yerlerde yaşayan Türkmenler, (bir kısmı Kerkük’e yapılan saldırılar sonucu o yöreye yerleşmiştir.) bu defa bir yüzyıldır, isyan, ayaklanma, bazen İran’ın, bazen Irak’ın yanında çarpışmak ve bundan statü çıkaran bazı “aşiret derebeylerinin” anlayışına bırakılmıştır.
Bugün, gölge ülkelerin talimatıyla idare edilen, yaşam mücadelesi veren bir bütün olarak Irak halkı her gün bir yeni katliama maruz kalmaktadır. Dün IŞİD belasından kurtulan Telafer, Musul vd. bölgelerde sivil İnsanlarımızın yaşadıkları her yerde masum insanları kanı boşu boşuna dökülürken, dünyanın bu olaylara sessiz kalması bir hayli temiz vicdanları kara kara düşündürüyor. Bir yandan düzmece seçimlerin kirli oyunları bir yandan Kerkük’ün demografik yapısının değiştirilmesi bir yandan da Irak Anayasasının 58., 140. Maddelerinin yeniden tartışmaya açılması ve üzerinde durulması, bölge halkının yeniden endişeye kapılmasına neden oluyor.
Dün Altınköprü topraklarında şehit düşen Türkmen insanlarımız bu gün yeniden şahlanıyorlar. Bu yükselişi içinde sindirmeyen bazı kinli guruplar şehitlerimiz için dikilen ANIT, Türkmeneli’nin yükselişini bir sembolüdür.
Altunköprü Katliamının üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen Türkmenler hale varlık mücadelesi veriyorlar. Bir taraftan Demografik yapı ve tartışmalı bölgeler, bir taraftan iç meseleler, bir taraftan da Hükümette eşit temsil hakkı…
Tüm Türkmen şehitlerimizi saygıyla anar, bu uğurda canlarını feda edenlere Allah katında cennet mekanı dileriz.