
Ali BAYATLI – Bağdat /Irak’ın kalbinde, tarih sayfalarıyla iç içe geçmiş hurma ağaçlarının gölgesinde yankılanan Türkmen şarkıları, sadece bir müzik türü değil; bir milletin zamana meydan okuyan canlı ve köklü ruhunun hikâyeleridir. Bu şarkılar, nesiller arası uzanan köprüler olarak, büyük bir kültürel ve edebi emaneti taşır. Şiir, edebiyat ve sanatsal zevkin kuşaktan kuşağa aktarılmasıdır; ruhu besleyen, kimliği diri tutan bitmeyen bir nehirdir.
Şarkı sözleri:
O yana dönder meni Bu yana dönder meni
Üreğimde yaram var Tabibe gönder beni
Çayır kısa biçilmez Su derindi geçilmez
Mene derler yardan geç Yâr şirindi geçilmez
Türkmen şarkıları, sevgi ve özlemin naif sesleri olarak tarih boyunca koruyucu bir kalp olmuş, yurt, acı, aşk ve hüzün hikâyelerini bıkmadan anlatmıştır. Bölgedeki diğer müziklerden farklı olarak, bu şarkılar gerçek bir milli aidiyet duygusu taşır; nazik ve utangaç bir doğu aşkı vardır içlerinde. Doğa simgeleriyle yumuşakça, doğrudan ifade etmeden kalbe seslenirler: bülbüller, göl kenarına yaklaşan kazlar, vadilerde gezinirken zarif ceylanlar.
Bu imgelerde gizli bir sevgi vardır; kelimelerin derinliklerinde saklıdır; sadece sevgiliye değil, tüm millete, tarihin köklerine ve Irak topraklarına duyulan derin bir aşktır. Şarkılar, Türkmenlerin yaşadığı haksızlıkları, özgürlüklerinin kısıtlanmasını ve insan haklarının ellerinden alınmasını da yansıtır; acı satırlar arasında gizlidir ama bu acı, bu halkın kanını taşıyanlarca kolayca anlaşılır.
Şarkı sözleri:
Bilmem neden ğamgin bu Tuzun dağları,
Aksu susuz koymaz çiçekli bağları.
Baharda bülbüller gezer şu bağları,
Ütükçe saf eyler sevdalı başları.
Açılmamış güller bülbüle yar varlı,
Bilmem neden ğamgin bu Tuzun dağları.
Bütün bu değerler ve özelliklere rağmen Türkmen şarkıları büyük zorluklarla karşılaşmıştır. Özellikle Baas rejimi gibi acımasız Irak yönetimleri döneminde, sanatçılar ve entelektüeller sıkı takibe alınmış, sansür ve baskıya maruz kalmış, hapis, işkence ve idam tehdidiyle karşılaşmıştır. Türkmen sanatçılar sürekli gözetim altındaydı ama yine de vatanlarına ve emanete bağlılıklarını korumuş, bu ışığı karanlık günlerde taşımışlardır.
Onlar için şarkı ve müzik sadece sanat değil, hücrelerinde nefes aldıkları hava, zulüm ve yoksulluk denizinde boğulmamak için tutundukları can simidi olmuştur. Pek çok şiirde sevgiliden, uzaklarda kalan bir aşktan, sert ve zalim bir zamandan bahseder şairler; ancak o sevgili aslında zulme uğramış milletin ta kendisidir, o zor zamanlar ise baskıcı rejimi simgeler.
Bu yüzden, bu derin şiirlerin anlamları yalnızca Türkmenlerce tam anlaşılır; çünkü onlar, kökleri ve duyguları derinlerde olan kalplerin diliyle söylenmiştir. Bu, kanlarında Türkmen aşkı taşıyanların anlayabileceği, tercüme edilemeyen bir dildir.
Şarkı sözleri:
Ağam ağam ağam
Can doldu azar Kerkük
Bitmiri nazar Kerkük
Yan Türkmen’e mal kalır
Yan olur mezar Kerkük
Irak’ta Türkmen olmak, bazen bir şarkının içinde özgürce nefes almaktır. Baskıların, yasakların, asimilasyon çabalarının arasında dahi, bir dutların tınısında halk yeniden dirilir. Türkmen sanatçısı, bazen sevdiğini anlatır gibi yapar ama satır aralarında milletinin yarasını dillendirir. Kimi zaman gülerken ağlayan bir ezgiyle, kimi zaman içe akan bir ritimle yaşar bu halk.
Bu noktada Türkmen müziği hakkında kısa bir açıklama yapmak faydalı olacaktır. Türkmen müziği, Orta Asya bozkırlarından Anadolu yaylalarına ve Mezopotamya ovalarına uzanan kadim bir melodik hattın yaşayan temsilcisidir. Arap, Fars ve Türk müzik geleneklerinden etkilenmiş; aynı zamanda bu geleneklere kendi tınısını ve ruhunu katmıştır. Hem sözlü geleneğe hem de melodik derinliğe sahip olan bu müzik, doğaçlama gücüyle, duygu yoğunluğuyla ve ritmik çeşitliliğiyle öne çıkar. Irak’taki Türkmen toplumu, yüzyıllar boyunca bu müziği sadece korumakla kalmamış, onu kendi tarihî ve toplumsal koşullarına göre yeniden yoğurmuş ve bir kimlik aracı olarak bugüne taşımıştır.
Türkmen müziğinde kullanılan makamlar, sadece teknik yapılar değil, duyguların yön bulduğu ruh yollarıdır. Her makam, başka bir hâlet-i ruhiyeyi yansıtır. Nihavend makamı, derin bir iç çekiştir, geçmişe duyulan özlemin ezgisidir. Hicaz makamı, kavuşulamayanın, uzak kalanın, içte büyüyen bir hasretin sesidir. Kürdî makamı, sessiz bir isyan, mazlumun feryadıdır. Segâh ve Suzinak makamları, tefekkürün, iç yolculuğun, derin ve sakin duyguların ifadesidir. Bayat makamı, bilgeliğin ve sabrın notasına dökülmüş halidir. Uşşak, ince, zarif, içli bir aşkı taşıyan tınıdır. Rast makamı, coşkunun ve halkın yeniden doğuşunun sesi olurken, Nikriz insanın içine işleyen ince titreşimlerle duyguyu yoğunlaştırır. Bu makamlar, Türkmen ozanının elinde yeniden şekillenir, halkın ruh hâline göre bükülür, çoğu zaman doğaçlama bir yaklaşımla söylenir ve her seferinde başka bir anlam kazanır.
Bu makamların sesi, Türkmen çalgılarıyla hayat bulur. Uda benzer iki telli bir çalgı olsa da, yüzyılların hikâyesini içinden sızdırır. Saz titreşimi, doğayla konuşur gibi kulağımıza ulaşır. Naye benzer, Türkmen rüzgârının kaval hâline gelmiş hâlidir. Telaferd Gidjak, hüzünlü ve ağlayan bir keman gibidir, insanın içine işler. Def ve Davul şarkıya kalp atışı gibi eşlik eder, Zurna ise hem düğünlerde hem de halkın ortak sevinçlerinde coşkuyla çalınır. Her bir çalgı, kendi diliyle halkın duygularını dillendirir.
Türkmen müziğinin yalnızca sesi değil, ritmi ve bedensel anlatımı da bir o kadar zengindir. Ritmik ölçülerdeki çeşitlilik, Orta Asya’dan miras kalan dansların yansımasıdır. Diz kırma, yalnızca bir dans değil, aynı zamanda bir sözlü gelenektir, şiirin vücut bulmuş hâlidir. Çobi, gururun ve çevikliğin dansıdır. Türkmen halayı ise hem Arap hem Anadolu etkileri taşısa da özünde Türkmen duruşuyla, Türkmen ritmiyle oynanır. Bu danslar yalnızca hareket değil; halkın kolektif hafızasında yer eden, kuşaktan kuşağa aktarılan birer hatırlama biçimidir.
Bütün bu anlatılanlardan sonra açıkça görülür ki, Türkmen müziği yalnızca bir kültür unsuru değil, bir halkın diriliş hikâyesidir. Her tını, bir hatıra; her ezgi, bir dua; her ritim, bir haykırıştır. Bu müzik sustuğunda sadece notalar değil, kimlik de kaybolur. Bu yüzden onu yaşatmak, yazmak, anlatmak ve öğretmek bir görev değil, bir vefa borcudur. Türkmen müziği sadece bir ses değil, bir halkın ruhudur. Ve bu ruh, hâlâ yaşamaktadır.
Dünya ve bölgedeki müzikteki gelişmeler ve değişikliklere rağmen Türkmen müziği kendine özgü, ruhu okşayan, narin ve dokunaklı yapısını korumuştur; unutulmayan bir halkın sesini ve kimliğini anlatan eşsiz bir güzelliktir.
Türkmen şarkıları sadece müzikal bir miras değil; canlı bir duygu kayıt defteridir; acı, aşk, direniş ve onura tutunma hikâyelerini anlatır. Geçmişle bugün arasında, kalple ses arasında, hayal ve gerçek arasında, sevinç ve hüzün arasında devam eden bir dualardır.
Bu mirası korumak, sadece kültürel bir lüks değil, aynı zamanda ulusal ve insani bir görevdir. Çünkü bu şarkılar, tehdit altında olan nadir bir kimliği taşır ve geçmişle gelecek arasında bir köprü oluşturur. Bu yüzden Türkmen şairlerini, sanatçılarını ve yazarlarını onurlandırmak, eserlerini incelemek ve belgelemek; Irak’ta ve bölgede yürütülen her ciddi kültürel ya da akademik çalışmanın ayrılmaz bir parçası olmalıdır.
Bence: En zor şartlarda bu kutsal emaneti taşıyanlara değer vermeyen bir toplum, nasıl sağlam bir milli bilinç inşa edebilir?
Bu, hükümetlere, kurumlara, üniversitelere ve özgür düşünen her aydına bir çağrıdır:
Türkmen şarkısını koruyun; çünkü o sadece bir ses değil… Bir halkın hafızasıdır.