
IRAK: STRATEJİK ORTAKLIKLAR VE BÖLGESEL GÜVENLİK DENGELERİ
Ali BAYATLI – BAĞDAT/ Irak bugün, uluslararası ve bölgesel dengelerin kesişim noktasında giderek daha görünür bir rol üstlenmektedir. Avrupa, Amerika ve İran’ın farklı stratejik projelerle sahneye çıktığı bir dönemde, Başbakan Muhammed Şiya el-Sudani liderliğindeki hükümet, bu karmaşık etkileşimleri akılcı bir yaklaşımla ve ulusal çıkarı merkeze alarak yönetmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede Irak, yalnızca coğrafi konumuyla değil, enerji kaynakları ve ticaret yolları açısından taşıdığı önemiyle de bölgesel istikrarın kilit aktörlerinden biri konumundadır.
Sudani, Avrupa Birliği’nin Irak için önemli bir stratejik ortak olduğunu vurgulayarak, AB misyonunun Irak’taki görev süresi boyunca ortaya koyduğu çabaları övgüyle değerlendirmiştir. Ayrıca Avrupa ile ekonomik kalkınma, kurumsal reform ve uzmanlık alanlarında iş birliğinin güçlendirilmesinin gerekliliğine dikkat çekmiştir. Bu yaklaşım, yalnızca diplomatik nezaket değil, Irak’ın ortaklarını çeşitlendirme ve Avrupa’nın ekonomik-diplomatik kapasitesinden yararlanma iradesinin somut bir göstergesidir.
ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği ise DEAŞ’a karşı yürütülen uluslararası koalisyonun askeri görevini sonlandırarak yerine daha geleneksel bir “ikili güvenlik ortaklığı”na geçileceğini açıklamıştır. Bu adım, Washington’un Irak’taki varlığını daha tartışmasız ve geleneksel bir çerçevede sürdürme niyetini yansıtırken, aynı zamanda Irak’a daha geniş bir manevra alanı sunmaktadır. Ancak bu yeni formül, Amerikan nüfuzunun devam edip etmeyeceğine dair soru işaretlerini de beraberinde getirmektedir.
Irak-Iran güvenlik anlaşması ise bu tabloyu üçüncü bir boyutla tamamlamaktadır. İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Ali Laricani, anlaşmanın temel amacını iki ülkenin güvenlik ilişkilerine üçüncü taraf müdahalesini engellemek ve hiçbir ülkenin topraklarının diğerine karşı kullanılmamasını sağlamak olarak ifade etmiştir. Bu madde, Tahran’ın Irak topraklarını bölgesel çatışmaların dışında tutma arzusunu yansıtmakla kalmıyor, aynı zamanda ABD ve İsrail’in bölgesel projelerine karşı geliştirdiği “ortak güvenlik” anlayışını pekiştirmektedir.
Avrupa, ABD ve İran’dan gelen bu mesajlar, Irak’ın artık yalnızca bir çatışma sahası olmadığını, aksine pozitif müzakere ve stratejik yakınlaşmaların merkezi haline geldiğini göstermektedir. Bağdat yönetimi, iç istikrarın ancak bu farklı ortaklıklar arasında hassas bir denge kurulmasıyla sağlanabileceğini bilmekte ve ülkeyi herhangi bir dış gücün yörüngesine girmeden yeni uzlaşıların merkezi hâline getirmeye çalışmaktadır.
Ancak Irak, yalnızca dış dengelerle değil, iç sorunlarla da mücadele etmektedir. Silahı ve Aşırı grupların güvenlik tehdidi, ekonomik altyapı eksiklikleri ve toplumsal uyum sorunları, ülkenin uluslararası ilişkilerde aldığı inisiyatiflerin sürdürülebilirliğini doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle, Irak’ın başarısı büyük ölçüde esnek bir stratejik denge politikası izleyebilmesine bağlıdır. Bu politika, Avrupa Birliği, ABD, İran, Çin ve Rusya ile ilişkileri çeşitlendirmeyi; ancak hiçbir tarafın ülke üzerinde tek taraflı hâkimiyet kurmasına izin vermemeyi gerektirir.
İran ile imzalanan güvenlik anlaşması ve uluslararası koalisyonun askeri misyonunun ikili güvenlik ortaklığına dönüşmesi, Irak’ı aynı zamanda diplomatik ve güvenlik açısından bir testten geçirmektedir. Eğer Bağdat bu süreci ustalıkla yönetirse, önümüzdeki yıllarda Irak yalnızca bir nüfuz alanı değil, bölgesel ve küresel çıkarların kesişim noktası ve yeni uzlaşıların merkezi hâline gelebilir. Ancak aksi durumda, ülke tekrar kriz döngülerine sürüklenme riskiyle karşı karşıya kalacaktır.
Irak’ın geleceği, iç istikrarı koruma, ekonomik ve sosyal zorlukları aşma ve dış ortaklıklarını stratejik bir dengeyle yönetme kapasitesine bağlıdır. Başarılı olunduğu takdirde, ülke yirmi yıl süren çatışmaların ve krizlerin ardından aktif bir bölgesel oyuncu olarak öne çıkabilir; başarısız olunması hâlinde ise, geçmişin kriz döngüleri tekrar gündeme gelebilir.