Skip to content
5 Ekim 2025
  • Facebook
  • Twitter
  • Youtube
  • Instagram
IRAK TÜRKLERİNİN BAĞIMSIZ SİYASİ GAZETESİDİR

IRAK TÜRKLERİNİN BAĞIMSIZ SİYASİ GAZETESİDİR

Sosyal medya hesaplarımız

  • Facebook
  • Twitter
  • Youtube
  • Instagram
Primary Menu
  • HABERLER
    • Akademik Makaleler
    • Arapça
    • Azerbaycan
    • Basın
    • Dünya
    • Editörden
    • İngilizce
    • Kitap
    • Kültür – Sanat
    • Türkiye
  • Yazarlar
  • Multimedya
  • Kütüphane
  • Kültür – Sanat
  • Röportajlar
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Türkmeneli’ni Tanıyalım
  • Kerkük Türküleri
  • Kerkük Kültür Derneği
  • Kitaplarımız
  • İletişim
  • Home
  • Kültür - Sanat
  • Kerkük Türkmen Hikâyelerinden: “Oduncunun Kızı”
  • Eserler
  • Kültür - Sanat

Kerkük Türkmen Hikâyelerinden: “Oduncunun Kızı”

Kerkük Gazetesi 6 Eylül 2025
ODUNCUNUN KIZI

Hikâyenin Tanıtımı:

Oduncunun Kızı başlıklı hikâye, Behçet Gamgin ve Ahmet Kuşçuoğlu taraflarından derlenmiştir. Hikâye kitabının birinci baskısı, 4 Ağustos 1971 tarihinde Kerkük’te Cumhuriyet Basımevi tarafında yapılmıştır. 20 sayfadan oluşan Oduncunun Kızı hikâye kitabının başında her iki derleyenin imzaları altında “Ön Söz” başlıklı hikâye ile ilgili yazıları vardır. Irak Türkmen Türkçesi (Arap alfabesi) ile kitaplaştıran hikâye kitabı ilk kez Isra Ali Hasan Yusuf tarafından standart Türkiye Türkçesi’ne (Latin alfabesine) aktarılmıştır.

 

Oduncunun Kızı 

 

“ÖN SÖZ

Millî mirasımızı diriltmek umuduyla ve halkımızın yıllarca arasında dolaşan en meşhur olan çocuk hikâyelerimizden “Oduncunun Kızı” adlı kitabımızı hazırlayarak meydana atılmasına karar verdik. Ve bunu meydana koymakla beraber üzerimize düşen vazifemizdi sırasıyla çocuk hikâyelerini elimizden geldiği kadar yayımlanmasına çalışacağız.

Ve bu meydanda millet ve toplumumuza bir hizmet göstermiş olursak derin bir sevinç duymuş oluruz.

 

                                                               Behçet GAMGİN / Ahmet KUŞÇUOĞLU

                                                                                 Kerkük 4 Ağustos 1971”

 

 

“ODUNCUNUN KIZI”

 

            Hasan Ağa isminde bir oduncu vardı, bu adam o kadar yoksul idi ki karasını ve kızını besleyemiyordu: Birçok günler bu aile yarı aç, yarı tok yaşıyorlardı bazı günlerde, ormana giderek kuru dallar ve odun parçaları topluyorlar, birer küçük paket yaparak sırtlarına vuruyorlar. Bazara inip satıyorlardı eğer satışıyla o gün ki yiyeceklerini çıkarabiliyorlarsa Allah’a bin şükür edip mesut oluyorlardı ama aç yatıp kaldıkları da vardı.

            Hasan Ağa ile karısı bu zahmetlere pek güç katlanıyorlardı, hele kızlarının hâli onlara pek dokunuyordu öyle ya Gülşen daha pek gençti tam gülecek eğlenecek süslü giyişler giyecek yaşıta bu kadar acı sefaletlere katlana bilir miydi? Genç kız on yedi yaşına basıyordu o kadar güzel o kadar güzel bir kızdı ki saçları altın gibi sarı gözleri mehtap gibi tatlı mavi dudakları çilek gibi kırmızı vücudu kar gibi beyazdı.

            Ama ne işe yarar Gülşen biliyordu ki bir oduncunun kızı ne kadar güzel olsa hiç kimse onunla evlenmez bu güzelliğin faydası yok ki zata evlerinin ögünden hiç kimse geçip de Gülşen’i görmüyordu.

            Günün birinde Gülşen evden uzaklaşarak kırlara çayırlara doğru yürüdü, yürüdü bir ağacın dibinde yüksek otlara gömülmüş veren bir çeşme gördü bu çeşmenin etrafında birçok dallar odun parçaları vardı Gülşen bunları görünce (Gamgin& Kuşçuoğlu; 1971: 4) sevindi “hah” dedi işte ben bu dalları odun parçalarını toplar pazara götürür satar akşama yiyecek çıkarırım.

            Hemen yere eğilerek bu dalları odun parçalarını topladı yan yana bağlayarak bir paket yaptı sırtına almak istedi ama tuhaf şey.. Pek tuhaf şey paketi yerden kaldıramıyor kollarına bir ağırlık çöküyordu “A… Bunlar niçün kalkmıyor?” Gülşen güçlü kuvvetiyle bunlardan çok daha ağır yükler taşırdı, nasıl olurdu bu kadar hafif bir yükü sırtına alamaz kendini toplayarak dallarla odun parçalarını bir daha omuzlamak istedi yine muvaffak olamadı “bari ayrı ayrı küçük paketler yapayım da öyle taşıyım” dedi dallarla odun parçalarını birbirinden ayırdı , ayrı ayrı küçük küçük paketler yaptı en hafif yükü sırtına aldı yürümeye başladı ama üç adım ya atmış ya atmamıştı eski çeşmenin içinde bir ses kalın bir ses:- Gülşen… Gülşen diye bağırdı. Genç kız korkarak ve şaşırarak geriye döndü sesin geldiği tarafa baktı hiçbir şey görmedi böyle kendi ismini çağıran kimdi?

            “Belki yanlış duydum kulağıma öyle geldi diyerek yoluna devam etmek istedi fakat yine çeşmenin içinden o kalın ses bağırdı. Gülşen… Gülşen.

            Genç kız yine durdu etrafına baktı hiç kimseyi görmedi artık bu sefer yanlış duymadığını biliyordu ses doğrudan doğruya çeşmenin içinden gelmişti. Gülşen korktu koşa koşa evine gitmek istedi fakat bu sefer yine o kalın ses bağırdı Gülşen, Gülşen sen benim eşim olmak ister misin sen benimle evlenir misin? Genç kız arkasına hiç bakmadan oradan kaçtı bir daha o çeşmeye ayak basmamaya yemin etti (Gamgin& Kuşçuoğlu; 1971: 5). Ama eve geldiği zaman o kalın ses bir türlü aklından çıkmadı düşündükçe onu bir merak sardı böyle çeşmenin içinden bağıran kimdi? Ses çıkıyordu kendisi niçin görünmüyordu?

            Genç kız bunu öğrenmek istedi hem de, çeşmenin yanında paketler bırakmıştı. Başka hiçbir tarafta o kadar güzel dallar kuru odun parçaları yoktu bunları gidip almak lazımdı, yoksa o gece yine aç kalırlardı.

            Ne olursa olsun, yine çeşmeye gitti. Eski çeşmeden şırıl şırıl parlak güzel bir su akıyordu Gülşen yere eğilerek bir gün evvel bıraktığı paketlerden birini daha omuzuna aldı yürümeye başladı.

            Ama üç adam ya attı ya atmadı eski çeşmenin içinden o ses o kalan ses bağırdı Gülşen Gülşen sen benim eşim olmak ister misin, benimle evlenir misin, benimle evlenir misin? Genç kız eskisinden daha fazla korkarak arkasına bakmadan koşa koşa eve geldi eşittiği şeyi anasına babasına anlattı.

            Oduncu Hasan Ağa ile karısı Gülşen’i şaşkın şaşkın dinlediler, düşündüler kızlarına dediler ki:-

            Korkma kızım o çeşmeye bir kere daha git, eğer yine o sesi işitirsen sen de cevap ver, o sesle konuş, sonra gel bize anlat.

            Genç kız titreyerek yine çeşmenin yanına gitti iki gün önce bıraktığı paketlerden birini sırtına aldı yoluna yürürken o ses o kalın ses bağırdı:-

            Gülşen, Gülşen sen benim eşim olmak ister misin? Benimle evlenir misin?

            Gülşen, bütün cesaretini toplayarak sesin geldiği tarafa başını çevirerek (Gamgin& Kuşçuoğlu; 1971: 6) cevap verdi.. Ben karışmam, babam razı olursa ben de razı olurum dedi. O ses yine çıktı:-

            Peki ala, babana söyle buraya gelsin, kendisiyle konuşayım, ben onu razı ederim. Genç kız, koşa koşa eve geldi, babasına meseleyi anlattı. Oduncu Hasan Ağa bu işe pek şaşmıştı: Allah Allah… Ne tuhaf şey bu? Gülşen, yanlış eşitmiş olmayasın? Rüyamı gördün acaba? Rüya değil baba… Çeşmenin içinden bir ses geliyor. Tabii bir insan, bir erkek sesi. Hem de beni ismimle: Gülşen, Gülşen diye çağırıyor.

            Haydi, o kime düştü, gidelim bakalım…

            Hasan Ağa, belki bir felâkete uğrarım diye, baltasını da omuzuna alarak, kızıyla beraber çeşmeye gitti. Karısı da, birkaç adım arkalarından geliyordu… Oduncu çeşmenin önüne gelince, baltasını havaya kaldırarak bağırdı….. İşte geldim: Çeşmenin içinden o ses, o kalın ses cevap verdi:- Hasan Ağa sen yoksul bir adamsın kızın Gülşen ayın on dördü gibi güzel bir kız, benim hoşuma gidiyor. Ben senin kızınla evlenmek istiyorum. Eğer kızını bana verecek olursan ben de seni zengin edeceğim. Eşinle beraber, refahiyet içinde yaşayacaksınız. Bir dediğiniz iki olmayacak. Her istediğiniz ben sizin her istediğiniz şeyi yapacağım.

            Oduncu Hasan Ağa, sevincinden ne söyleyeceğini de şaşırarak çeşmeye yaklaştı, baltayı elinden yere attı, dua eder gibi avuçlarını açarak dedi ki (Gamgin& Kuşçuoğlu; 1971: 7):- Kızımı sana veririm ama, sen kimsin? Neredensin? Yüzünü göremiyorum. İn-misin, cinmisin, gizli ses cevap verdi:-

            Sen buna karışma yalnız kızımı sana verdim ki, yetişir. Oduncu sordu:-

            Kızımı sana verdim, razı oldum ama nasıl evleneceksiniz? Gelecek hafta perşembe günü buraya geleniz, nişan merasimi yapalım..

            Oduncu büsbütün hayrete düşerek:-

            Peki, olur, gelecek hafta, perşembe günü sabahleyin erkenden buraya gelirim. Dedi. Baltasını alarak yürüdü..

            Yolda, karısı da kızı da sevinçlerinden ne yapacaklarını bilmiyorlar:

            Oh ne iyi oldu! Diyorlardı.. Fakat, nişan günün bu kadar yakın olması hepsinin canını sıktı. Çünkü Gülşen hiç olmazsa bir kat giyiş yaptırmak lazımdı halbuki, o zavallıların yiyecek içecek paraları bile yoktu.

            Fakat, birkaç gün sonra, hayrat! Kapının önünde yüz tane sepet buldular. Görünmez eller tarafından getirilen bu sebeplerin içinde, güzel meyveler tatlı pastalar kurdalalı mahfazalara konmuş mücevherler vardı.

            A… Daha başlamadan önce bu kadar hediyeler gelirse sonra, kim bilir neler olacak? Gülşen ile annesi ve babası, o gün sevincinden sıçradılar. Perşembe günü Gülşen ile annesi ve babası, çeşmeye gittiler, fakat orada hiç kimse yoktu. Oduncu bu hâlâ şaşırarak bağırdı:

            Kızımı kiminle evlendireceğim, nişanlanacak adam ortada yok! Çeşmenin içinden ses cevap verdi (Gamgin& Kuşçuoğlu; 1971: 8): Biz buradayız ben de buradayım, dostlarım da burada. Şu yüzüğü al, kızının. Parmağına geçer, benim eşim olacak.

            Tam bu sırada, Oduncu Hasan Ağa’nın ayaklarının dibine bir altın yüzük düştü. Hasan Ağa yüzüğü yerden aldı Gülşen’in parmağına geçirtti. Başını çevirdiği zaman, bir de ne görsün? Büyük güzel bir çadır içinde güzel yemekler dolu bir sofra! Oduncu Hasan Ağa, kızıyla karısını yanına alarak bu sofraya oturdu. Üçü de, o kadar tatlı o kadar iştahlı bir yemek yediler ki böyle yemek yediklerini hiç hatırlamamışlardı.

            Yemek bittiği zaman çadırın önünde güzel bir taht revan gördüler. Çeşmeden ses dedi ki:

            Hasan Ağa, kızın burada kalsın, taht revana yatsın, siz gidiniz. Gülşen ile annesi ve babası, biri birilerinden ayrılacakları içün ağlaşıyorlardı. Genç kız o dakikadan sonra büyük bir ruha esir olduğunu anlıyordu. Taht revana yürüdü, çıplak ayaklarıyla içine girdi, titreyerek başını yastıklara koydu, annesiyle babası, kızlarını kucakladıktan sonra orada bırakarak yollarına düzeldiler.

            Zavallı anne, baba, kızlarına son bir veda nazariyle bakmışlar, gözyaşlarını zapt edememişlerdi. Birbirlerine dayanarak evlerine geldiler.

            Ama, tuhaf şey.. Sefil kulübeleri yerinde yoktu. Oraya büyük, güzel bir ev yapılmıştı, bu evin içerisi hep süslü eşya ile dayanmış, döşenmişti birçok hizmetçiler cariyeler, uşaklar karısına hizmet etmek içün bekleşiyorlardı (Gamgin& Kuşçuoğlu; 1971: 9). O günden itibaren, oduncuyla karısı, mesut, şen yaşadılar.

– – – –

            Bir sırada Gülşen, taht revanın içinde yapayalnız bekliyordu, güneş battı karanlıkta iki hizmetçi geldiler, taht revanı kaldırdılar ve genç kızı büyük, aydınlık, ihtişamlı bir saraya götürdüler.

            Sarayda genç bir adam, Gülşen’i karşıladı elinden öptü:- Ben senin kocanım dedi bu bir şehzade idi. Genç ve güzeldi. Çok nazikti, her sabah, erkenden saraydan çıkıyor, akşamüstü hava karardıktan sonra dönüyordu, eşi Gülşen’e birçok hediyeler verdi onu mesut etti.

            Yalnız Gülşen’e dedi ki:- Bu saraydan dışarıya hiç çıkmayacaksın gece gündüz burada oturacaksın! İçeriye de hiçbir yabancıyı kabul etmeyeceksen, Gülşen buna razı oldu çünkü saray çok güzeldi büyük bahçelerle fevkalade şeyler vardı:- Alçıdan ve tuncundan heykeller, nadir kokulu çiçeklerle örtülü setlerin ortasına kadar yükselen havuzlar, kalın yapraklı çayırları gölgeleyin kıymetli ağaçları bir çok nedimeler, cariyeler güzel kadınlar… Bunlar Gülşen’e masallar ve şarkılar söylüyorlardı.

            Genç kadın, bir gün bahçeler de gezerken, küçük bir güvercin gördü bu güvercinin arkasında bir de kart güvercin vardı… Kart güvercin küçük güvercini kovalıyor, dövmek istiyordu, güvercin Gülşen’e yaklaştı, genç kadına tatlı masum, hazin bir bakışla baktı. Gülşen, yerden bir ağaç dalı alarak, kart güvercini kovmak istedi. Kart güvercin kaçmıyordu (Gamgin& Kuşçuoğlu; 1971: 10) genç kadın yere eğildi kart güvercini tuttu havuza attı. O günden sonra, ne kadar güzel olursa olsun, saraydaki hayat Gülşen’in canını sıkmaya başladı.

            Sarayın kapıları daima kapalıydı, uşaklar hiç kimseyi ne dışarıya sallıyorlar ne içeriye sokuyorlardı Gülşen, hiç sokağa çıkamıyor, en küçük şey satın alamıyor, hiçbir komşu ile konuşmuyordu hiç kimse gelip görmedikten sonra, genç kadın süslü giyişler giymiş, güzel mücevherler takmış neye yarar? Çayırlarda topladığı güzel bir yasemin, demetini en kıymetli mücevherden daha fazla seviyordu artık o büyük saray, hizmetçiler, mücevherler, bahçeler havuzlar o ihtişamlı hayat gözünden düştü. Âdeta yoksulluk zamanını ve hürriyetini arıyordu, bir sabah pencerede otururken sarayın kapısını ihtiyar bir bohçacı kadın yaklaştığını gördü..

            Sarayın kapıcıları bu kadına sordular:

            – Ne istiyorsun kadın?

            Bohçaçı kadın, yavaş sesle:

            – İçeriye gireceğim! Dedi.

            – İçeri de ne yapacaksın?

            – Burası saray değil mi?

            – Evet ama bu saraya kimse giremez

            – Niçün giremezmiş, ben fena bir kadın değilim ki, içeriye girip sultan hanıma ufak tüfek eşya satmak istiyorum, benim de geçmem bu yüzden (Gamgin& Kuşçuoğlu; 1971: 11)… Allah’ın yoksul kimselerden ne istiyorsunuz?

            Olmaz kadın! İçeriye girmek yasak! İhtiyar kadın. İçeriye girmeyeceğini anlayınca Gülşen’in oturduğu pencerenin önüne kadar yürüdü, yürüdü pencerenin öğüne gelince başını yukarı kaldırdı Gülşen’i gördü dedi ki:-

            – Hanım Sultan… Hanım Sultan… Beni içeriye alacak olursan sana güzel masallar anlatırım, ömründe hiç eşitmemişsin, pek hoşuna gidecek.

            Genç kadın kocasının tembihlerini. Unuttu. Bu İhtiyar kadınla konuşmak istiyordu. Fakat nasıl yapsın da onu içeriye alsın? Kapıcılar mâni oluyorlar.

            Gülşen düşündü, düşündü. Nihayet aklına bir şey geldi karyolasına doğru yürüdü yatak çarşafını aldı, bir ucunu tutarak öteki ucunu aşağıya sarktı. İhtiyar kadın yatak çarşafının sarkın ucunu tuttu ve ihtiyarlığından hiç beklenmeyen bir çeviklikle iki sıçrayışta pencereye tırmandı eğer Gülşen biraz daha malumatlı kadın olsaydı bu canbazlığı bir falcıdan başka hiç kimsenin yapamayacağını anlardı.

            Sahte bohçacı kadın, bin türlü tuhaf şeylerden bahsetti, genç kadına dedi ki:

            – Ah.. Sen ne güzelsin… Ne güzel.. Ne güzel.. Saçların altın, gözlerin mehtap dudakların çilek gibi… Ah … Sen dışarıda olsan bütün delikanlılar sana âşık olurlar bu sarayda, böyle kapanıkta ne yapıyorsun? Senin kocan var mı? Gülşen boynunu bükerek cevap verdi (Gamgin& Kuşçuoğlu; 1971: 12):

            Ne yapayım kocam var, o beni dışarı çıkarmıyor.

            Kocanın ismi ne?

            Bilmiyorum, ismini bana hiç söylemedi.

            İhtiyar kadın parmağını ağzına götürerek:-

            A… Dedi kocan senden ismini niçün gizliyor? Ne fena adammış o… İnsan karısından ismini gizler mi? Bu akşam eve gelirse ona ismini sor… Zorla öğren.. Koca kârı bunları söylediklerinden sonra gitti.. O günün akşamı Gülşen’in kocası geldiği zaman, genç kadının ilk işi, onun ismini sormak oldu:

            Kocam senin ismin ne?

            Benim ismimi sorma, öğrenmek isteme, söylemem. Fakat Gülşen kocasının ismini mutlaka öğrenmek istiyor, söyle.. Söyle… Diyordu.

            Kocası dedi ki:

            Eğer inat edersen ben sana ismimi söylerim fakat ismimi söylediğim zaman beni büyük bir ruh çarpar ve biz biri birimizden on yıl ayrılırız. Sen yine o eski yoksulluk kulübe dönersin orada, eskisi gibi ıstırap ve azap içinde yaşarsın.

            Gülşen, bir aralık sustu sonra ihtiyar kadının sözlerini hatırlayarak. Kat-î bir sesle dedi ki:- Ben senin adını öğrenmek istirem, eğer bunu bana söylemezsen anlayacağım ki sen beni sevmiyorsun.

            Kocası bu sözlere kederlendi biraz düşündükten sonra cevap verdi: Peki (Gamgin& Kuşçuoğlu; 1971: 13) illa istediğin gibi olsun, arkamdan gel! Ayağa kalktı, yürüdü Gülşen kocasının arkasından gitti. Saraydan çıkıp yürüdüler, büyük bir nehrin kenarına geldiler. Dalgalar köprü kıyılara vuruyordu.

            Kocası sordu benim adımı hâlen öğrenmek istiyor musun?

            Gülşen bu inadının fena sonunu hiç düşünmeden: İsterim dedi… Bunun üstüne kocası dizilerine kadar suya girdi yine dedi ki:

            Gülşen.. Gülşenciğim ismimi öğrenmekten vazgeç.. Genç kadın o kadar meraklanmıştı ki arzusundan vazgeçmeğe razı olmuyordu, eşi inat edince erkek, nehrin ortalarına doğru yürüdü. Su omuzlarına kadar çıkıyordu. Yine durdu eşine kederle, muhabbetle baktı ve hırçın bir sesle bu inadından vazgeçmesine rica etti.

            İsmimi söylersem, başımıza felâket gelecek!

            Diydi. Fakat, Gülşen, daima inat ederek cevap verdi:

            Kim olduğunı öğrenmek istiyorum.

            Kocası dalgaların arasından, avazı çıktığı kadar haykırdı:

            Benim ismim:- Baz-na-dan.!

            Bu sözleri daha söylerken, suların içinden korkunç başlı, up uzun bir yılan çıktı? Canavar uzaktan Gülşen’e müthiş bir nazar fırlattı sonra Baz-na-dan’ın üstüne atıldı ve onu suların dibine çekti.

            O sırada Gülşen’in üstündeki süslü giyişlerde kayıp olmuş yerine paçavaralar gelmişti, genç kadın. Saraya koştu, fakat sarayı da yerinde bulamadı oraya (Gamgin& Kuşçuoğlu; 1971: 14) koştu buraya koştu, fakat hangi yola girdiyse karşısına hep o sefil kulübe çıktı, vaktiyle anasıyla babasıyla oturduğu kulübe!

            Kulübenin eşinden içeri adımını atar atmaz, burası Gülşen’e eskisinden daha viran daha eski göründü kapının arkasında annesiyle babası. Üstlerindeki paçavra giyişlerle duruyorlar, ağlıyorlardı… Ah… Artık bütün saadetleri bitip tükenmişti artık, eskisi gibi dalları kuru odunları toplayarak, pazarda götürüp satmaya da kuvvetleri kalmamıştı. Artık yiyecek bir lokma ekmek bulamayacaklardı.

            Eve bakmak külfeti, Gülşen’in üstüne yüklendi evi toplamak düzeltmek ufak tefek nevalelerle sofrayı kurmak işini hep o görüyor, bir taraftan da ormanlarda koşarak dallar kuru odun parçaları topluyor, bazara götürüp satıyordu. Bazen de pek ucuz veriyor çoğu zamanlarda, üç yoksul yiyecek hiçbir şey bulamıyorlardı.

            Oduncu Hasan Ağa ile karısı, eski mesut zamanları düşünerek hâllerinden şikâyet ediyor, gece gündüz hüngür hüngür ağlıyorlardı. Geceleri bile ağlayarak uyanıyor tala kızıyorlardı, Gülşen annesini babasını teselli etmek şöyle dursun, kendi kendine dövünüyor.

            Ah… Ben kalın kafalı kadınmışım… Ne dedim de kocamın ismini sordum bana yalvardığı hâlde, ne dedim de inat ettim? Hem onun mahvına sebep oldum hem koca sarayı yer yüzünden kaldırdım, hem annemi babamı böyle aç sefil bıraktım hem de kendim bu hâle geldim. Diyor yumruklarını başına vuruyor ağlıyordu (Gamgin& Kuşçuoğlu; 1971: 15) üçünün de istikbali korkunçtu ne yapacaklardı? Nasıl para kazanıp yaşayacaklardı? Gülşen bu kadar keder üzerine, kocasından ayrıldığı vakitten beri, onu günden güne daha fazla sevmekte başlamıştı kocasının şu yoksulluk hâlinde bile yaşamasını istiyordu.

            Bir gün, eski çeşmeyi görmeye gitti. Fakat çeşmede yerinde yoktu o civarın her yerini aradı, dağ taş aştı, gezdi tozdu çeşmeyi bulamadı. Kulübeye geldiği zaman, annesine babasına dedi ki:-

            Çeşmede yerinde yok… Artık her şey mahvoldu!

            Gülşen, böylece, on yıl yaşadı annesi de babası da büyük bir sefalet içinde kaldılar. Gülşen her gün her gece yaptığı bu dallalık yüzünden kendi kendisini payladı, azarladı. Her zaman diyordu ki:-

            Eğer ben bu dallalığı yapmasaydım, kocam da düşmanın eline geçmez, mahvolmazdı nihayet on yıl bitti son gün geldi.

            Gülşen o sabah, yataktan kalkınca içinde tuhaf bir sevinç duydu, acaba bu sevincin sebebi nedir, diye düşünürken annesi ve babası dediler ki:-

            Gülşen, biz bu gece rüyamızda çeşmeyi gördük git oraya!

            Gülşen hemen şalını omuzlarına örterek çeşmeye koştu.

            Çeşme yerinde duruyordu ve yanında Baz-na-dan- Gülşen’in kocası kollarını açarak genç kadını bekliyor çağırıyordu..

            Gülşen sevincinden ağlayarak kocasının kolları arasına atıldı ve bir daha, sözünden dışarı çıkmayacağına yemin etti. İkisi de hemen saraya gittiler. Genç kadın ve eşi de, oduncuyla karısı da ömürlerinin sonuna kadar memnun ve mesut yaşadılar (Gamgin& Kuşçuoğlu; 1971: 16)…

Paylaş:

Continue Reading

Previous: 11 Kasım 2025 Parlamento Seçimleri Yaklaşırken
Next: حسب السجلات التاريخية: كركوك مدينة تركمانية بامتياز

Related Stories

56da7bb7-e5b7-46a9-aa46-4de8f8626e6c
  • Kültür - Sanat

Pazar’dan Pazar’a Gülhan Gürbüz’den ” Dikenin Bana Kalmış” Şiiri

Kerkük Gazetesi 21 Eylül 2025
c8821862-75b2-4abe-b363-5c30e4294044
  • Kültür - Sanat

Pazar’dan Pazar’a Gülhan Gürbüz’den “HER ŞEYE RAĞMEN” Şiiri

Kerkük Gazetesi 14 Eylül 2025
548743828_24815874571383154_444351628783428035_ndeddd
  • Eserler

Kerkük’ün Manevi Kızı “Ganire Paşayeva” kitabı

Kerkük Gazetesi 14 Eylül 2025

Güncel Haberler

Yaklaşan parlamento seçimleri öncesi ITC Genel Başkanı Mehmet Seman Ağa, BITC listesi adaylarının katıldığı toplantı yaptı 556836328-1291901079616304-6743727550085249539-n-1024xauto 1

Yaklaşan parlamento seçimleri öncesi ITC Genel Başkanı Mehmet Seman Ağa, BITC listesi adaylarının katıldığı toplantı yaptı

30 Eylül 2025
Ali Bayatlı’nın kaleminden “İran ve ABD arasında Irak’ın Dengesi” reşid 2

Ali Bayatlı’nın kaleminden “İran ve ABD arasında Irak’ın Dengesi”

29 Eylül 2025
Gülhan Gürbüz’ün kaleminden “Aşka Çağırıyor Gözlerin” şiiri WhatsApp Image 2025-09-28 at 13.22.14 3

Gülhan Gürbüz’ün kaleminden “Aşka Çağırıyor Gözlerin” şiiri

28 Eylül 2025
Türkiye Dışişleri Bakanı Fidan: Önceliğimiz Gazze’de ateşkes fidan 4

Türkiye Dışişleri Bakanı Fidan: Önceliğimiz Gazze’de ateşkes

28 Eylül 2025
Ali Bayatlı’nın kaleminden “İsrail’in Kanlı Politikaları” neten 5

Ali Bayatlı’nın kaleminden “İsrail’in Kanlı Politikaları”

28 Eylül 2025

Editörden

178386911_1925588547591950_2559509787806110237_n
  • Dr. Şemsettin Küzeci
  • Editörden
  • Haberler
  • Türkmeneli
  • Yazarlar

Irak Türkmen Cephesi 26 Yaşında

24 Nisan 2021
ALTUNKÖPRÜ ŞEHİTLERİ (1)
  • Dr. Şemsettin Küzeci
  • Editörden
  • Türkmeneli
  • Yazarlar

30. Yılında Kerkük’te Altunköprü Katliamı

28 Mart 2021
120594794_3362293387141128_9047910336164904962_n
  • Azerbaycan
  • Dr. Şemsettin Küzeci
  • Editörden
  • Türk Dünyası
  • Yazarlar

Karabağ Bizimdir. Karabağ Azerbaycan’dır

18 Ekim 2020

Videolar

eed5bfac-185e-4361-a144-ea9eb702ee9d
  • Azerbaycan
  • Basın
  • Haberler
  • Türk Dünyası
  • Türkmen Edebiyatı
  • Video
  • Videolar

Kerkük’ün Milli Yazarı Ata Terzibaşı’nın Hayatı Filim Oldu

26 Aralık 2024
demirel
  • Haberler
  • Türk Dünyası
  • Türkiye
  • Türkmeneli
  • Videolar

20 önce Süleyman Demirel Irak Türkmen Öğretmenlerini kabul etmişti

23 Aralık 2020
indir
  • Basın
  • Haberler
  • Türkmen Basını
  • Türkmeneli
  • Videolar

Kerkük Gazetesi’nin YouTube kanalı açıldı

16 Kasım 2020

Foto Galeri

DSCI8493
  • Basın
  • Foto Galeri
  • Haberler

Türkmeneli TV’nin eski Teknik Müdürü Sacit Baydar Vefat etti

17 Ekim 2020
M ZİYA1
  • Foto Galeri
  • Kitap
  • Kütüphane

Mustafa Ziya’nin Küçük Not Defterinden Şiirler kitabı çıktı

20 Ocak 2020
1828866_620x410
  • Foto Galeri

ABD’li komutandan Münbiç’e ziyaret!

8 Şubat 2018
Facebook
kerkuk_turkuleri
Youtube

AMACIMIZ

Irak’taki Türkmenlerin gerçek anlamda varlıklarını, birlik ve beraberliklerini sağlamak; gazete yoluyla da sıkıntılarını, kültürlerini ve varlıklarını dünyaya tanıtmak ve Türk dünyası arasında bir köprü oluşturmaktır.

Bizi Takip Edin

Facebook Twitter Youtube Instagram
Menu
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Türkmeneli’ni Tanıyalım
  • Kerkük Türküleri
  • Kerkük Kültür Derneği
  • Kitaplarımız
  • İletişim

  • HABERLER
  • Yazarlar
  • Multimedya
  • Kütüphane
  • Kültür – Sanat
  • Röportajlar
  • Facebook
  • Twitter
  • Youtube
  • Instagram
Copyright © All rights reserved. | MoreNews by AF themes.