IRAK VE ŞARM EL-ŞEYH ZİRVESİ
Ali BAYATLI – BAĞDAT
Irak Başbakanı Muhammed Şiya el-Sudani’nin geçtiğimiz haftalarda Mısır Arap Cumhuriyeti’nin ev sahipliğinde düzenlenen Şarm el-Şeyh Barış Zirvesi’ne katılımı, bölgenin son derece hassas bir siyasî dönemden geçtiği bir zamanda gerçekleşti. Gazze’de artan gerilim, karmaşık bölgesel dosyalar ve savaşı durdurmak için yükselen uluslararası çağrılar, bu zirveye özel bir anlam kazandırdı.
Irak’ın zirveye katılımı, Bağdat’ta geniş bir siyasî tartışma yarattı. Kimileri bu adımı Irak’ın bölgesel rolünü güçlendiren diplomatik bir ilerleme olarak görürken, kimileri bunun İsrail ile kademeli bir normalleşmenin kapısını aralayabileceğinden endişe duydu. Ancak daha dengeli bir yaklaşım, Irak’ın bu adımla ilke ile çıkar arasında denge kuran dengeli bir diplomasi yürütmeye çalıştığını savunuyor.
Irak iç siyasetinde, bu katılımın anlamı ve mesajı konusunda farklı görüşler dile getirildi. Hukuk Devleti Koalisyonu adına konuşan İmran el-Kerkûşî, bu zirvenin Irak dış politikasında yön değişikliğinin başlangıcı olabileceği yönünde endişelerini dile getirerek şöyle dedi:
“Irak’ın Filistin meselesine yönelik tarihî tutumu nettir ve hiçbir şekilde yorumlanamaz. Irak halkı, siyasî ya da diplomatik gerekçeler altında normalleşmeyi pazarlama girişimlerini kesin bir biçimde reddeder.”
Kerkûşî, bu tür zirvelere katılımın “İsrail ile kademeli normalleşmeye giden siyasî bir sürecin kapısını aralayabileceğini” ve bunun da “anayasal, ulusal ve ahlakî sabitelerden bir sapma olacağını” ifade etti.
Buna karşılık, Başbakan Sudani’nin liderlik ettiği İmar ve Kalkınma Koalisyonu, tamamen farklı bir açıklama yaparak bu katılımın Filistin halkını savunma ve Gazze’ye yönelik saldırıları reddetme amacını taşıdığını vurguladı. Koalisyon üyesi Muhammed el-Samerai, “Sudani’nin Şarm el-Şeyh Zirvesi’ne katılımı normalleşme çabalarıyla hiçbir şekilde ilgili değildir; aksine Irak’ın ilkesel olarak Filistin’i desteklediğini, savaşın durdurulması ve sivillere yönelik kuşatmanın kaldırılması çağrısında bulunduğunu göstermek içindir.” dedi.
Samerai ayrıca, “Irak, Filistin halkının özgürlük ve başkenti Kudüs olan bağımsız devletini kurma hakkının savunucusu olmuştur ve öyle kalacaktır.” ifadelerini kullandı.
Irak hükümeti, bu katılımın anlamını açık bir şekilde tanımlamaya özen gösterdi. Hükümet sözcüsü Basim el-Avvadi, Başbakan’ın zirveye katılımının “Irak’ın ulusal ve Arap ilkelerinden asla taviz vermediğine dair dünyaya açık bir mesaj” olduğunu belirtti.
El-Avvadi’ye göre Bağdat, zirveye Gazze’ye yönelik saldırılara karşı Arap duruşunu pekiştirmek ve savaşın durdurulması ile insani koridorların açılmasını desteklemek amacıyla katıldı.
CNN Arabic ve el-Akhbar (Lübnan) gazetelerinde yer alan haberlere göre, Irak Başbakanı, Mısır tarafına ve zirveyi düzenleyenlere “İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu zirveye katılırsa hemen ayrılacağını” bildirmiştir. Bu tutum, Irak’ın doğrudan ya da dolaylı hiçbir normalleşmeyi kabul etmeyen siyaset çizgisine bağlılığının güçlü bir göstergesi olarak yorumlandı. Diplomatik kaynaklara göre bu tutum, Türkiye ve bazı Arap ülkelerinin benzer pozisyonlarıyla birlikte, Netanyahu’nun zirveye davet edilmemesinde etkili olmuştur.
Başbakan’ın dış ilişkiler danışmanı Ferhad Aladdin ise Irak’ın, Arap Birliği’nin dönem başkanı sıfatıyla davet edildiğini belirterek, “Irak’ın katılımı, ateşkesin sağlanması, mültecilerin geri dönmesi ve Gazze’deki insani acıların hafifletilmesi yönündeki Arap sorumluluğunun bir gereğidir.” dedi.
Irak’ın Şarm el-Şeyh Zirvesi’ne katılımının genel bağlamı, Irak dış politikasının felsefesinde kademeli bir dönüşüme işaret etmektedir.
Geçmişte pasif bir şekilde “sabit tutumlar”la yetinen Irak, bugün millî ve Arap ilkelerinden ödün vermeden aktif bir bölgesel diplomasi yürütmeye çalışmaktadır.
Bu, Irak’ın yalnızca seyirci değil, Arap karar mekanizmasında etkili bir aktör olma arayışını yansıtmaktadır.
Ne var ki, bu denge kolay değildir. Irak bir yandan içerde normalleşmeye karşı ulusal bir mutabakatı koruma çabası verirken, diğer yandan dışarda İsrail ile temas hâlinde olan bölgesel aktörlerle ilişkilerini de sürdürmek zorundadır.
Dolayısıyla Bağdat hükümeti, ilke ile pragmatizm arasında son derece hassas bir çizgide ilerlemektedir. Irak’ın bu dengeyi başarıyla sürdürebilmesi, coğrafî konumu ve siyasî ağırlığından faydalanabilme yeteneğine bağlıdır.
Şarm el-Şeyh Zirvesi’ndeki Irak varlığı, tüm siyasî hassasiyetlere rağmen, ülkenin diplomatik konumunda potansiyel bir dönüm noktasına işaret ediyor. Sudani’nin bu katılımla iki yönlü bir mesaj vermek istediği söylenebilir:
Birincisi, Irak’ın her türlü normalleşmeyi kesin biçimde reddettiği; ikincisi ise, bölgesel istikrarın şekillenmesinde etkin bir aktör olmayı hedeflediğidir.
Orta vadede bu katılım, Irak’ın Filistin, Suriye, Lübnan ve Yemen gibi Arap dosyalarına daha aktif biçimde dâhil olmasının önünü açabilir.
Uzun vadede ise bu sürecin başarısı üç temel faktöre bağlı olacaktır:
-İç siyasette birlik ve ortak dış politika dili,
-Dış politikanın bölgesel ve uluslararası değişimlere uyum kabiliyeti,
-Irak’ın jeopolitik ve ekonomik konumunu bir çatışma sahası değil, bölgesel bir kesişim noktası olarak değerlendirebilmesi.
Başbakan Muhammed Şiya el-Sudani’nin Şarm el-Şeyh Zirvesi’ne katılımı, Irak’ın kendine yeni bir rol biçme çabasını yansıtmaktadır.
Bu rol, izole değil sorumlu bir varlık, tepkisel değil ilkesel bir duruş, duygusallık değil siyasî gerçekçilik üzerine kuruludur.
Belki de bu katılım, Irak dış politikasının geleceğini özetleyen yeni bir dönemin kapısını aralamıştır: Filistin’in yanında duran, Arap aklıyla konuşan ve Ortadoğu’nun yeni denkleminde hak ettiği yeri arayan bir Irak.
