
Devletlerin Stratejik Üstünlüğünün Temel Unsurları
Mudar Osman
Günümüz dünyasında, uluslararası dönüşümlerin hızlandığı ve güç dengelerinin değiştiği bir ortamda, bir devlete yalnızca sınırlarıyla tanımlanan coğrafi ya da siyasi bir varlık olarak bakmak mümkün değildir. Devlet, stratejik üstünlüğe ulaşmak ve büyük ya da süper güç konumuna yükselmek için dört sağlam temele ihtiyaç duyan karmaşık bir projedir.
Bu dört boyutun iç içe geçmesiyle, egemenliğini koruyabilen ve çevresini etkileyebilen güçlü devletin tablosu ortaya çıkar.
- Siyasi İstikrar: Stratejik Üstünlüğün Temel Taşı
Siyasi sistemin istikrarı olmadan herhangi bir üstünlükten bahsetmek mümkün değildir. Siyasal istikrarsızlığın hâkim olduğu, elitler arasında keskin bölünmelerin yaşandığı veya yönetici ile toplum arasında meşruiyetin kaybolduğu devletler, stratejik kararlar alma konusunda felce uğrar. Tarih boyunca büyük devletler göstermiştir ki, güçlü ordular veya devasa ekonomiler, iç bütünlük olmadan yeterli değildir.
Örneğin Sovyetler Birliği, nükleer silahlara ve büyük sanayi gücüne sahip olmasına rağmen, siyasi sistemin yenilenme yeteneğini kaybetmesi ve halkın ikna edilememesi nedeniyle çökmüştür. Buna karşılık Çin, 20. yüzyılın sonlarından itibaren güçlü siyasi denetim ve kurumsal istikrar sayesinde uzun vadeli planlar uygulamış, bugün ABD’nin doğrudan rakibi haline gelmiştir.
İstikrar, durağanlık anlamına gelmez; sistemin meşruiyet ile etkinlik, otorite ile toplum, değişim ile süreklilik arasında denge kurabilme yeteneğini ifade eder. Bu dengeyi kuran devlet, kaynaklarını iç çatışmalara değil, kalkınma ve güç inşasına yönlendirebilir.
- Yerli Silah Üretimi: Egemenliğin Güvencesi
Siyasi istikrar tek başına yeterli değildir; bir ülkenin silahlanma alanında egemenlik yeteneğine de sahip olması gerekir. Tarih, silah ithalatında tamamen dışa bağımlı devletlerin, tedarikçilerin iradesine rehin kaldığını öğretmiştir. Çıkar çatışmaları durumunda, bu devletler en temel savunma araçlarından bile mahrum kalabilir.
Bu nedenle, silah teknolojisine sahip olmak ve yerli üretim yapmak, gücün ikinci temel direğidir. Üstünlük, en yeni uçakları ya da tankları satın almakta değil, ulusal bir askeri araştırma-geliştirme sistemine sahip olmaktadır.
Türkiye’nin son yirmi yıldaki deneyimi buna açık bir örnektir: Silahlarının çoğunu ithal eden bir ülkeden, yerli üretimle insansız hava araçları, füzeler ve deniz unsurları geliştiren bir ülkeye dönüşmüş, bu da siyasi ve askeri kararlarında bağımsızlık sağlamıştır. Benzer şekilde Hindistan, uzay ve füze programlarını geliştirerek stratejik özerklik kazanmıştır. Yerli silah üretimi yalnızca savunma aracı değil, aynı zamanda caydırıcılık unsuru ve egemenliğin bir göstergesidir.
- Pozitif Ekonomi: Gücün Omurgası
Gücün tüm unsurlarını besleyen omurga ekonomidir. Ancak güçlü ekonomi, sadece GSYİH büyüklüğüyle değil, ihracatın ithalattan fazla olduğu pozitif göstergelerle ölçülür. İthalatı ihracatından fazla olan bir ülke, ihtiyaçlarını dışarıdan karşılayan bağımlı bir yapıya sahip olur ve krizlere karşı dayanıklılığını yitirir.
Buna karşın, sanayi, tarım ve teknoloji temelli bir üretim yapısıyla ihracatı artıran ülkeler mali fazlaya ve ekonomik bağımsızlığa ulaşır. Almanya, bu modeli Avrupa’da başarıyla uygulamış; sanayi ihracatıyla Avrupa ekonomisinin lokomotifi haline gelmiştir. Çin de “Dünyanın fabrikası”na dönüşerek, büyük birikimler elde etmiş ve “Kuşak-Yol Girişimi” ile küresel nüfuzunu artırmıştır.
Doğal kaynak zenginliğine rağmen dengeli ekonomi kuramayan bazı petrol ülkeleri ise tüketim ithalatına bağımlı kalarak bu alanda başarısız olmuştur. Pozitif ekonomi, sadece mali gücü değil, vatandaşın devlete olan güvenini ve iç bütünlüğü de güçlendirir.
- Nüfus: Stratejik Ağırlığın Kaynağı
Ne kadar güçlü olursa olsun, yukarıdaki üç unsur büyük bir insan kaynağıyla desteklenmedikçe kalıcı olamaz. Nüfus, yalnızca demografik bir sayı değil, doğru değerlendirildiğinde bir güç unsurudur.
Bu nedenle, en az 100 milyon nüfus bir devleti “büyük”, 300 milyon nüfus ise “süper güç” yapar. 100 milyonluk bir devlet, geniş bir iç pazara ve kendi kendine yeterli olma kapasitesine sahip olur. Nüfusunun bir kısmı orduya, bir kısmı ekonomiye yönlendirilebilir, bu da ülkeye bölgesel ağırlık kazandırır.
300 milyon nüfusa sahip devletler ise, devasa bir iç pazar, büyük bir ekonomi ve milyonlarca potansiyel askere sahip olur. ABD, 300 milyonu aşkın nüfusuyla ekonomik, teknolojik ve askeri gücünü destekleyen bir insan kaynağına sahiptir. Hindistan da nüfus avantajı ve yükselen ekonomisiyle önümüzdeki on yıllarda süper güç olma yolundadır.
Buna karşılık, nüfusu az olan devletler, ekonomik ya da teknolojik güçlerine rağmen, stratejik etki bakımından sınırlı kalır.
Bu dört unsur birlikte değerlendirildiğinde, stratejik üstünlüğün tesadüf değil, siyaset, silah, ekonomi ve demografinin sürekli etkileşimiyle oluşan bir sonuç olduğu anlaşılır.
Siyasi olarak istikrarlı bir devlet, güçlü bir askeri sanayi ve sağlam ekonomi inşa edebilir. Bu ekonomi ise geniş bir iç pazara ve güçlü nüfusa dayanır. Yerli silah üretimi, ekonominin finansman ve bilimsel insan gücü desteğini gerektirir.
Bu döngü siyasi istikrar olmadan sürdürülemez.
Herhangi bir unsur eksik olduğunda devletin kapasitesi sınırlı kalır. Japonya, devasa ekonomisine rağmen azalan nüfus nedeniyle zorlanmaktadır. Rusya, silah ve kaynaklara sahip olsa da hammadde ihracatına dayalı zayıf ekonomisiyle sürdürülebilir rekabette zorlanır. Çin ise dört unsuru birleştirmesi sayesinde yükselen süper güç olarak öne çıkmaktadır.