Vefatı’nın 9. Yıldönümünde
Seyfettin Biravcı
Dr. Şemsettin Küzeci
Yıl 1976 Kerkük Musalla Mahallesi, “Yüzü Gülmez” sokakta oturuyoruz. Sokağın solundan ilk evde biz ve karşımız boş haraba… Sokağın son evi de tanınmış felek Âlimi Molla Hurşit oturuyor. Evimizin damı bir Türkmen edebiyatının evine bakıyor. O yaz günleri hep geceleri geç saate kadar aşağıda oyalanırdı. Yazıp çizerdi. Dama çıktığında da elinde bir küçük radyosu Türkiye’nin TRT radyosunu dinlerdi. Ben de bu adamı damımızın duvarından zaman zaman takip edip izlerdi. Acaba nesini izlerdim. İşte ben onun o radyosundan dinlediği Türkülerini gizlice izlerdim. Aslında o Türkülere bayılırdım. İçimde o Türküler bir de babamın çaldığı ve sevdiği, bana sevdirdiği Türküler beni müzik, edebiyat kültür ve sanat sevmeye sevk etti. Gün gitti zaman gitti. O adam ile yakından tanıştım. İşte komşuluğunda hayat önemeli bir temel öğesi… Yıllar sonra baktım ki, bu adam öğretmen, şair, yazar, program sunucusu ve her şeyden öte Üstad Şair ve Hattat Mehmet İzzet Hattat’ın kardeşinin kızı ile evli… Benim de çok arkadaşım olan Hattat’ın büyük Kardeşi Ali Bey’in küçük oğlu Velit zaman zaman o eve geliyordu. Anladım ki Velit bu öğretmen adamın kayınçosudur. Bu kadar giriş bu adamla ilgili bence yetmez ama onun hakkında kitaplar bile yazabilirim. 20 Yıllık komşum olan ve ban edebiyat ve yazı konusunda ilk öğretmenlik yapan adamımın adı “Seyfettin Biravcı”…
İşte bugün Biravcı’nın ölüm yıldönümüdür. 05 Temmuz 2007 tarihinde oğlu ile birlikte serbest çalıştığı Dövizci dükkânına çeteler kasalarını gaspetmek isteyince engel olmuş ve karşılıklı silah kavgası olmuştur. Netice de teröristlerin hain kurşunlarıyla şehit edilmiştir. Bugün Biravcı’yı Saygıyla minnetle anıyoruz.
Seyfettin Bir avcı kimdi:
“Yasaları silerim sevgi yoksa faslında
İlk maddenin sevgiyle kurarım temelini
Aşk için yaratılmış insanoğlu aslında
Katlanmayı bilmeyen kaybeder emelini”
Seyfettin Biravcı
Bayat aşiretine mensup olan şair, yazar ve eğitimci Seyfettin Biravcı, 1948 yılında Kerkük’te doğdu. Öğrenimini bitirdikten sonra Kerkük’te öğretmenliğe başladı. 1960 yıllarında çok genç yaşta edebiyata başlayan Seyfettin Biravcı, önce teke edebiyatına ve daha sonra hoyratla ilgilenerek şiire geçiş yapmıştır. Yazmaktan fazla okumaya özen gösterip, az ve öz yazan mantığını benimseyen Biravcı öykü, araştırma, şiir ve düz yazılar yazmakta başarılı olmuştur.
Şiirlerini hece ve serbest ölçüsünde yazan şair Seyfettin Biravcı, Türkmen şairlerimiz gibi sevgiye geniş yer vermiştir. Türkçeyi düzgün bir şekilde kullanarak yeteneğini yazı ve şiirlerinde yansıtmıştır.
Irak edebiyatçılar Birliği üyesi olan Biravcı Yurt Gazetesi, Kardaşlık dergisinde şiir ve edebi ürünlerini yayınlardı. 1994 yılında “Filiz” adında bir şiir kitabı yayınlandı.
Seyfettin Biravcı 2005 yılında dava arkadaşı olan Sami Yusuf Tütüncü ve diğer 7 arkadaşı ile birlikte 9 edebiyatçı olarak Kerkük’te yeni bir edebiyat akımı oluşturarak “Işık Edebiyatçılar Grubunu” kurdular. IŞIK adında bir edebiyat dergisi de aylık olarak yayınlamaya başladılar. Bir avcı bu derginin Yazıişleri Müdürü ve Genel Yayın Yönetmeni görevini üstelendi.
Edebiyatta yeni yazı yazmaya başladığımda, özellikle de düz yazı konusunda birkaç defa yazdıklarımı Seyfettin Biravcı’ya gösterip gözden geçirmesini istedim. Bir iki defa yazılarımı gözden geçirdi. Daha sonra bana dedi ki, “bak bundan sonra yazılarını yazarken bazı kurallara dikkat et ve kendine güven yoksa bu işi yarı yolda bırakabilirsin” dedi. Ş.K.
1992-1995 Yılları arasında Kerkük TV’de “Genlik ve Spor” programı hazırlayıp sunduğumda ondan bir gün Programım için Futbol ile Türkmenlerin Folklor oyunu olan ve Ramazan ayına mahsusu “Siniz Zarf” oyunun ortaklıklarını ve farklılıklarını kaleme almasını istedim. Bir avcı da güzel bir düşünce ile bir yazı yazıp ben de o dönem TV programında o yazıyı okudum ve seyirciler tarafından ciddi ilgi görmüştür. Bu gün bu yazıyı tekrar kaleme alıp Latin alfabesiyle siz değerli okurlarıma ithaf etmek istiyorum.
SİNİ ZARF OYUNU VE SPOR
Seyfettin BİRAVCI
Horyat milletimizin bir özelliği, malı olduğu gibi sini zarf oyunu da yalnız yaratıcı milletlimize, halkımıza özgüdür, mahsustur. Zaten hoyratla sini zarf birbirini tamamlayan bir bütündür.Çünkü eskiden beri sini zarf oynanırken karşılıklı horyat da okunurdu.. Ve oyuna bir tad katardı, bir neşe verirdi.
Bu gün spor oyunu sayılan Satranç (Şatranç)oyunu gibi sini zarf de düşünceye ve fikre dayanan bir oyundur. Ama sini zarf halka satrançtan daha da yakındır. Bir de sini zarfla ayak toplu(futbol)un arasında birçok benzerlikler vardır. Onlar:
- Futbol’da 11 oyuncu olduğu gibi sini zarfta da 11 zarf cardır.
- Futbol’da top varsa sini zarfta da buncuk var.
- Sini Futbolun stadyumu (saha)sı sayılır.
- Futbol da Hakem varsa Sinide de kâtip vardır.
- İki oyunun da seyircisi ve taraftarı vardır.
- Futbolun usul ve kaideleri varken sini zarfın da usul ve kuralları vardır. Ne var ki sini zarfın kaide ve usluları daha resmi bir şekilde tespit edilmemiş.
Denilmeye değer ki önceki yıl ramazan ayında Kerkük Belediyesi Savra Spor Ocağında Bağdatlıların yüzük saklama (mihebis)yarışması düzenlediği gibi bir sini zarf yarışması düzenledi. Onlara bravo güzel hem de pek güzel düşünmüşler. Gençlerimizi bir araya toplamak, tanıştırmak, eğlendirmek ve bu oyuna bir değer vermek, özellik kazandırmak halkımıza hizmet demektir. Böylesi yarışmaların yalnız Kerkük’te değil Irak çapında yoksa da oyunun tanındığı, oynandığı şehirlerarası düzenlenmesini arzu ederiz. Zaten sini zarf oyunu son yıllarda Irak’taki kardeş milletler tarafından benimsenmeye ve oynanmaya başlandı.
Son olarak dedelerimizin zevkini ve yaratıcılığını temsil eden bu sini zarf oyunu Bağdatlıların (mihebis)leri gibi, satranç gibi Irak’ta ve uluslararası bir spor oyunu diye kabul edilmesini spor sorumlularından umar ve rica ederiz. Aksi halde bu güzelim oyun zamanla değerini, özelliğini ve güzelliğini kaybeder, belki de unutulur.
Seyfettin Biracı
02 Şubat 1994
Kerkük
***
Rahmetli edebiyatçımız Seyfettin Biravcı sadece şiir ve öykü ile ilgilenmiyordu. Kendisi düğünümde sunuculuk yaparak ilk kez Düğünde “Düğün Kraliçesi” yarışmasını başlatan bir sunucu idi.
Biravcı iyi bir TV seyircisi idi. Türkiye’deki TV kanallarında yayınlanan Edebiyat özellikle de şiir programlarına bayılırdı. Şebnem Kısaparmak’ın Kanal 7’de yayınlanan TV programının önemle takip edip izlerdi. Bir programında Şebnem Hanım çok etkili ve derinden bir Kerkük Şiiri okumuştu. Biravcı da içten etkilenmiş, derinden yaraları sızlamaya başlamıştır. Adeta mecnun olup Leyla’sına sitem edercesine Şebnem Hanıma duygu dolu bir mektup yazmıştır. Bu mektubu bugün İLKKEZ yayınlıyorum.
İyi akşamlar Sayın Şebnemciğim, değerli yengeciğim.
Ellerini sıkar, yüzüne gülsuyu serperim. Gülüm benim Cemal, Kemal, sempati, sevgi, yetenek, yeti, algı, insanlık, şairlik, sanat hep sende toplanmış. Hele okuduğun o lirik şiirlerle, mektup edebiyatını temsil eden o coşku dolu mektuplarla sen harikasın, felaketsin. Şiir okumak ancak sana yakışır gerçekten Bu da bir (tanrı vergisidir) seni vakfetmek zor, vakfetmeğe söz bulamıyorum, sözlerim abartmak kabartmak değil bir gerçektir, kusura bakma, senli benli konuşuyorum. Benim kim olduğumu mektubumun sonunda öğreneceksin.. Allah seni bizlere çok görmesin.. Seni candan tebrik ederim, gönülden selamlarım.
Bacım Şebnemciğim paylaştıkça programınızdan özetle söz edeceğim. Duygu, coşku, özlem, hasret, aşk, sevgi, vefa, dostluk, bayrak, millet, vatan, toprak kokan programınız gerçekten bir şaheserdir. Bir cümbüştür, bir gönül yasıdır, gönül ilacıdır. Şebnem hanım, sen beni ve tüm seyircileri gâh ağlatır dağlatır gâh ta güldürür, oynatırsın efendim! Ağzından bal gibi akan, dökülen sözler iliğime işliyor damarlarıma akışıyor. Paylaştıkça zamanı geldi mi? hep işlerimi bırakır, paydos ederim. Son dakikaya kadar gözlerimi ekrandan ayırmam saatin de yerinde durmasını dilerim, reklamlar arası gelince reklamları lanetlerim sana da kızarım.
Program boyunca tıkanık boğazımla taş kesilirim ve yüzümü gözyaşlarımla yıkarım. Kendimden sıyrılırım, çıkarım yürü ilerle bu iş ancak sana yakışır. Ulu tanrıdan nice nice başarılar dilerim. Ben kim olduğumu mektubumun sonunda açıklayacağım. Sen Anadolu’nun insanlarına ve tüm gurbetçi Türklere hitap ediyorsun onların dertlerini hasretlerini paylaşıyorsun inan ki benim derdim hep onların dertlerine denk gelir artar da bile işte benim derdim derttir, kimsenin derdine benzemesi Paylaşır mısınız? Saçma sapan sözlerime dertlerime ne kâğıtlar yeter ne de kalemler… Dertlerim mektuplara değil romanlara bile sığmaz… Şu yazdıklarım ancak bir giriştir mektubuma… Lütfen ne olur beni kırma, sözlerimi kesme çünkü şimdiye kadar dertlerimi dinleyen beni anlayan bir kimse bulamadım, Sayın Şebnemciğim.
Şimdi de mektubumun metnine geçiyorum şiircesine, bilmeceli bir mektup. Şebnemciğim mektubumu sen oku sihirciler de dinlesin, anlasın ve cevap bulsun ben kimim bilsenize?
Öksüz Garip
Garip doğdum
Kendimi hem öksüz hem tutsak buldum
Ne bacı ne de kardeş
Ne yoldaş ne de sırdaş
Bana:
Sen kimsin?
Garipsin, kimsesizsin dediler
Süt yerine zehir içtim
Ekmek yerine yulaf yedim
Döşeğim yastığım taş yorganım rüzgâr
Acıları kana kana içerim
Sancılarla eğlenirim
İçim hasretle kavrulur
Yüreğim alev alev tüter
Dudaklarım çatlak
Boynum bükük, derdim büyük
Hüngür hüngür ağlarım
Gözüm kan çanağına döndü
Işıklarım söndü
Dört duvar arasında
Demir parmaklıklar arkasında
Bir kader mahkûmuyum, zaman kurbanıyım
Hortlaklar, kuruntular içinde yaşıyorum
Dağları sırtımda taşıyorum
Gözlerim ufaklarda kaldı
Eridim beklemekten
Usandım hayal kurmaktan
Günden güne dertlerim büyüyor
Rüyalarım da tersine çıkıyor
Hani derler:
Acı gurbet harap etti evimi
Dayanılmaz bir çile bu Allah’ım
Kaç yıl oldu bu dertlere düşeli?
Ben gurbette değilim gurbet benim içimde
Evet, gurbet sinmiş içime
Çaresizim, şaşkınım
Bitkinim, yorgunum yaslıyım yaslı
Hayatım ölüm değilse ölümden de beterdir
Ah gurbet vah gurbet
Ah ayrılık vah ayrılık
Kendimi avutmak için
Bu da gelir bu da geçer ağlama
Ağlatırsa Mevla’n yine güldürür
Ne de olsa kışın sonu bahardır… Dedim
Ama .. Ne fayda?
İşte benim hasretim ana hasretidir ana
Derdim derttir anlatamam anlatılmaz.
Canım annem, annem benim.
Senin gövdenden kopan bir parça değil miyim?
Öksüz, aç, çıplak yavrunu bir gün olsun bile düşündü mü?
Çığlıklarını duydun mu? Duymadın mı?
Anneciğim. Yokluğunla öldü gönlüm
Sensizlik türküsünü bir ömür tutturdum
Gölgeni kucakladım, öptüm
Hasretinle kül oldum
Kimseden alamadım kokunu.
Çöllerin suya hasret kaldığı gibi seni özlerim
Annem benim.. Umudum benim.
Aylar geçti, yıllar geçti gelmedin
Ben de sana gelemedim
Ne kimse saçımı okşadı?
Ne de yüreğime su serpti?
Taş mıdır yüreğin senin?
Sen sıcak yatakta uyrukken
Ben ellerde can çekişiyorum
Sağım yabancı solum yabancı
Gelen yalancı giden yalancı
Ne sen sensin , ne ben benim anne !?
Annem benim, varlığım benim
Sana sesleniyorum, taş mı kesildin?
Seni yalnız seni istiyorum
Yalvarırım gel, sana
Ne olur acı bana
Sana kurban olayım
Bas beni bağrına, ağlıyasım geliyor
Ölmeden bir gün önce
Dindir gözyaşlarımı
Ecel kapımı çalmadan
Gel gel gel, koyma beni ellerde
Ölürsem başucumda sen duracaksın
Fatiha’mı sen okuyacaksın
Derdim, dermanım annem
Sütüm, ekmeğim anam
Sensin her şeyim nenem
Dertlerimi yazdıkça hep yaz diyor, ama zaman dur diyor, efendiler.
Benim kim olduğumu bildiniz mi?
İşte adım : (Kerkük)
Şebnemciğim. Artık açık konuşalım…
Birinci dünya savaşında Osmanlı İmparatorluğunun çöküşüyle Musul vilayeti misakı milli sınırı içerisindeyken emperyalist güçlerin çizdikleri pusu ve oyunlarla Irak Türklüğü Türkiye cumhuriyetçiden koparlığı ve 85 yıldan beri Irakta 3 milyon Türk tutsak diye yaşamaktadır. Biz Irak’ta neler çekmedik? Neler gördük? Dane’nin cehennemini yaşadık ve yaşamaktayız. Bizim çektiğimiz çileler, acılar, zulümler üç beş satırla yahut da bir mektupla ifade dilemez. Onu ancak bir biz bir de Allah’ımız bilir.
Yengeciğim. İşte sizleri dinledikçe yaralarımız kurcalanıyor, sökülüyor ve kan sızıyor. Sizlere biraz programın dışına kaydırmış olduysak özür dileriz.
Bize dert söyletiyor, çünkü şimdiye kadar dertlerimiz kimse dinlememiş bile. Hanımefendiler biz burada Türkmeneli’in de sizi yediden yetmişe merakla, özlemle izlemekteyiz, Ama ne yazık ki sen Türkiye’nin her vilayetinden her köyünden, dünyanın her yerinden mektuplar bekliyorsun ve okuyorsun, dertlerini ve hasretlerini paylaşıyorsun, ama bir gün olsun bile Kerkük’ü Musul’u hatırlamadın. Yalnız bir kere Kerkük’ü söz arasında senden duydum. İşte biz dert ve çile kümesiyiz, hasret harmanıyız ayrılık, dağ, bağ, mertlik kokan yanık hoyratlar volkanıyız, türküler kaynağıyız. Şehrimizi, kalemizi canlandıran, dertlerimizi paylaşan sayın eşiniz dev sanatçı Fatih Kısaparmak’ı candan selamlarız.. Irak Türklüğü adına ona bir millet, onur diploması saygılarımızla sunarız.
Allah hocamızı, seni ve yavru Türkmeneli’ni benimseyen , hatırlayan soydaşlarımızı ve ana vatanımız sayılan Türkiye cumhuriyetini ve tüm dünya Türklerini korusun ..
250 milyon Türkün teker teker gözlerinden öperi… Onları yürekten hep selamlarım işte şimdi, bugün sor beni, ara beni, yoksa: ölenin ardından boşu boşuna
Gözyaşı dökersen ne iş yarar.
Seyfettin Biravcı
02 Mart 2006
Bu mektup gerçekten de Irak’ta yaşam mücadelesi veren 3 milyon Türkmen’in açısına tercüman olmuştur. Bu tür yazılar mektuplar edebiyat literatürde edebi mektuplar kategorisine girer… Biravcı’da bu türü duygu dolu bir ustalıkla yazmıştır.
***
Biracı’nın hayatı boyunca milli mücadelede yakın dostlarından biri olan rahmetli Hac Sami Yusuf Tütüncü bazı siyasi nedenlerden dolayı Kerkük’ü gözyaşları içinde terkedip Şam’a giderken yolda Seyfettin acı haberini alır. O dönemde de Irak’ta Şam’a gitmek çok zorlaştırılmıştı. Hele hele rahmetli Türüncü’nün sağlık durumunun kötü olması Kerkük’e geri dönüşüne büyük bir engel teşkil ediyordu. Sami Yusuf Tütüncü Şam’dan bir kısa mektup yazarak Seyfettin Biravcı’nın vefatına böylece üzülmüştür. Bugün yine İLKKEZ Sami Yusuf Tütüncü’nün edebi mektup türü bir kısa yazıyısını yayınlıyorum.
Candan Aziz Ülküdaşlarım
Allah’ın Selamı üzerinize olsun
Her şeyden önce sizleri en içten selamlıyorum
Böyle ülkü sahibi bir milliyetçi, bir kültürlü ve kardeşlik dostluğumuz uzun yıllar süren Şehit “ Seyfettin Biravcı” hakkında söyleyeyim… Bilemiyorum!.
5 Temmuz 2007 tarihinde bu Şum günde birçoğunun bildiği gibi çok ciddi tehditler altında, gözyaşlarıyla Canım “Kerkük” den ayrılıp Şam’a doğru yüzleştim. Hele yerime ulaşmadan aldığım şum haber beni içten vurdu. Beni gittiğime pişman etti.!!
Aaaaah Canımın içi Seyfettin.. Erkekler ağlamaz diyenler boş verdim de gözüm dolusu ağladım… Gönlüm dolusu ağladım… Allah’ım dedim. Ban sabır verir misin? Bu acıyı çekemem. Canım dostlarım, keşke gücüm yetseydi de aranızda bulunsaydım. Ama ne kadar yollar uzaksa kalbim sizinledir. Rahmetlinin yeri Firdevs olsun.. Ailesine, ışık grubumuza ve bütün Milliyetçi Türkmenlere başsağlığı dilerken genç edebiyatçılarımızı “ Seyfettin Biravcı” nin nefis pınarından yararlanmalarını rica ediyorum.
Son olarak her namaz ardı duaméAllah2ım şerefli milletimizi her türlü kötülükten koru ve yücelt. Âmin ya Rabbim.
Sami Yusuf Tütüncü
5 Temmuz 2007
Şam-Suriye
***
Yazımın sonunda Rahmetli can dostumuz Seyfettin Biravcı’yı ve Şair işadamı Sami Yusuf Tütüncü’yü ve onların ortak akıl hocaları Üstad Mehmet İzzet Hattat’ı saygıyla anıyoruz. Mekânları cennet olsun.
Seyfettin Biravcı’nın Şiir ve kısa bir hatırasını aktarıyorum.
***
KERKÜK TABLOLARI
Kerkük’ümün al kanı şehit kanın andırır
Cennet meleklerini büyüsüyle kandırır
Yüreğinden fışkıran o kara altın seli
Batıda kulelerin lambasını yandırır
Kerkük, Baba Gürgür’le yanağını allıyor
Batış ışınlarını omzuna salıyor
Alkımlarla kuşanmış yosma bir gelin gibi
Çiçeklerin ruhuyla dudağını ballıyor
Yıpranmış koca kale gözümüzde fer gibi
Uzaklardan görünen meydanlarda er gibi
Tarihi, motif, müzeler defineler kaynağı
Gizli ezan çekiyor tapınakta şer gibi
Kalıtlar sembolüdür yitik kalan Taşköprü
Lover sözcüklerinde yoktur sana eş köprü
Hasanın sert taşları yıllaradır susuz bitkin
Dua okur yalvarır ne olur bir az coş köprü
Tarihlere destansın Fuzuli yazmış seni
İlahi bir tablosun doğalar çizmiş seni
Çemberleşen bulutlar yaldızlı bir çerçeve
Tanrılar heykel taraş içimde kazmış seni
***
AŞK
Aşk esrar satmak değil, insan sevmektir insan
O günah sözcüğünü örs üstünde ezmeli
Aşkın gerçek nağmesi vicdan demektir vicdan
Onu bir suç bileni kurşunlara dizmeli
Yürekte aşk yok ise onu kesip atmalı
Kalpsiz yaşamaktansa ölüm daha yerinde
Aşkı günah bilene anlatmalı, çatmalı
Kötülükten farkı nedir, sevgi yoksa yerinde?
Yasaları silerim sevgi yoksa faslında
İlk maddenin sevgiyle kurarım temelini
Aşk için yaratılmış insanoğlu aslında
Katlanmayı bilmeyen kaybeder emelini
***
HATİRA DEFTERİMDEN
Seyfettin BİRAVCI
Yıllar,yaşadığın zamanlar,kum kes gibi ağır geçer..
Yılların misafirliği çok ağırdır..Ama geçti mi yel gibi geçer..
Bizler de arkasından bakarak anıları çiğneyerek hasretler savururuz..
İşte ilk okulun birinci sınıfına daha dün gittim..Dipdiri duruyor hatıramda…Yılları yutan ömrüm neresinde?..Neşeli, açıklı hatıralar dolu o güzelim günler neresinde?…
Minik arkadaşlar, oyunlar, oyuncaklar, çalışmalar, öğretmenler, hocalar onların sitemleri azarlamaları, falakaları, değnekleri, tokatları ne güzelmiş..
Onlar hatıra defterimizi süsleyen motiflerdir..
Yazın,kışın o kuru tahta üstünde uyumamız..titremeler,terlemeler de başka bir alem imiş..
Hele sabahleyin okuduğumuz Türküleri, Şarkıları, Marşları hiçte unutamam… O renkli mevsimlerdeki tazelik ruhumda, kafamda hep canlanıyor:
Bir yılda dört mevsim var
Birincisi ilkbahar
İlkbahardan sonra yaz
Yazdan sonra son bahar
Son baharda çok sürmez
Sarar her yeri karlar
Gelir o beyazlanmış
Cübbesiyle kara kış
Kerkük, 2002
****