TÜRKMENLERİN NÜFUSU NEDEN AZ?
Fevzi Türker
Yaklaşık 350 milyon nüfusa ve 14 milyon km2 toprağa sahip olan Arap dünyasını oluşturan halkların büyük çoğunluğu köken olarak Arap olmayanlardan, bir başka deyişle Araplaştırılmışlardan oluşmaktadır. İslamiyet öncesi Irak, Şam, Kuzey Afrika ve diğer bölgelerde yaşayan halkların büyük çoğunluğu Arap kökenli değildi. İslamiyetin gelişinden sonra özelliklede EMEVİLER döneminde başlayan Arap fetihleriyle Müslümanlığı kabul eden bu halklar daha sonra zorla Araplaştırılmışlardır. Bugün Arap dünyasında herhangi bir vatandaşa kim olduğu, hangi kökenden geldiği sorulduğunda, kökeniyle değil Araplığıyla ve Arap milletine mensup olmasıyla övünür.
EMEVİLERİN Arapçılıkları her zaman Müslümanlıklarından daha önce gelmiştir, dolayısıyla fethettikleri bugünkü Arap coğrafyasına uyguladıkları asimilasyonu yüce İslam dinini bir araç olarak kullanmaları sayesinde gerçekleştirmişlerdir. Araplar, Atlas Okyanusu’ndan başlayan ve körfezde biten bu büyük coğrafya ve nüfusa sahip olmalarını EMEVİLERE borçludurlar.
OSMANLI Türkleri, EMEVİ Arapların uyguladıkları zorla İslamlaştırma ve asimilasyon yöntemlerini, fethettikleri ülkelerde uygulamış olsalardı, ele geçirdikleri ülkelerin halkları bugün hem Müslüman hem de Türk olabilirdi. Bir Türk devleti olarak Azerbaycan’da kurulan SAFEVİ Devleti, Sünni Şafii mezhebine mensup iken, kurucusu Şah İsmail’in, Osmanlılara karşı olan düşmanlığı yüzünden, Sünni olan halkına Şii mezhebini zorla kabul ettirmiştir ve daha sonra İRAN’I ele geçirince Sünni olan Fars’ları da Türkleştirmesi gerekirken Şiiliğe zorlamıştır.
Türklere ait olmayan ve Arapları ilgilendiren, geçmişi 1400 yıl önceye uzanan mezhep kavgası, ilk kez OSMANLILAR ile SAFEVİLER arasında yaşanmıştır. Mezhepsel kavga, bu iki Türk devletinin hükümdarları Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail SAFEVİ’Yİ defalarca kanlı savaşlara sürüklemiştir. Bu savaşlar iki taraftan yüz binlerce Türkün hayatına mal olduğu gibi on binlerce Kızılbaş Türkmen’in de ölümüne ve on binlercesinin de Kürtleşmesine neden olmuştur.
OSMANLI ve SAFEVİ devletleri, mezhep uğruna değil de Türklük uğruna savaşmış olabilselerdi bugün Türk dünyası en az 12 milyon km2 toprağa ve yaklaşık 700 milyon nüfusa sahip olabilirlerdi.
Dünyada hiçbir millet Türk milleti kadar kendini hor görerek küçük düşürmemiştir. İran coğrafyasında kurulan Türk devletlerinin büyük çoğunluğu SELÇUKLU Devleti gibi, Farsçayı resmi dil olarak kullanmışladır. Türk dili en fazla Selçuklular döneminde Farsçanın etkisinde kalarak bozulmuştur. Osmanlılar ise, Arapça, Farsça, Türkçe ve diğerlerinden oluşan, adına da Osmanlıca dedikleri uyduruk bir dili devletin resmi dili olarak kullanmışlardır.
Selçuklu Devleti kurulurken, kurucuları ve sultanlarının adları Türkçe idi. Örneğin; Selçuk, Tuğrul, Alparslan, çöküş döneminde ise sultanlarının Türkçe olan adlarının yerini Farsça adlara bırakmıştır, KEYHSREV, KEYKUBAT, KEYKAVUS gibi. Osmanlı Devleti’nde de tıpkı Selçuklu Devleti’nde olduğu gibi kurucularının adları Türkçe idi; Ertuğrul, Orhan gibi. Çöküşünde ise Türkçe olan adların yerini Arapça adlar almıştır örneğin, Abdülmecit, Abdülaziz, Abdülhamit gibi.
Araplardan Türklere bulaşan mezhep kavgalarının, Türk milletinin bağrında açtığı yaralar çok derin olmuştur. Güney Azerbaycan’da, İran’ın ikinci büyük halkı olmalarına rağmen hiçbir hakka sahip olmayan yaklaşık 45 milyon Türk yaşamaktadır. Tahran, Türkçe’nin konuşulduğu dünyanın en büyük şehirlerinden biridir. Ancak mezhep, Irak Türklerini şimdilik uyuşturarak ikiye böldüğü gibi, 45 milyon Azerbaycan Türkünü de uyuşturarak yıllarca milli şuurunu hem zayıflatmış hem de milli uyanışına engel olmuştur.
Farsların, Şii mezhebini Büyük SASANİ İMPRATORLUĞU’NU yeniden inşa etmek için bir araç olarak akıllıca kullandıklarını ve bunu da saklamadıklarını geç de olsa anlayan Güney Azerbaycan Türklerinin milli uyanışına vesile olmuştur. Ok yaydan çıkmıştır artık. Azerbaycan Türkleri büyük bir Türklük şuuruna ve uyanışa doğru azimle yürümeye ve seslerini her şekilde yükseltmeye başladıkları bilinmektedir. Umarız, bu kutlu Türklük şuuru ve tarihi milli uyanış Azerbaycan Türklerini hiç yılmadan, geleceklerini belirlemeye doğru götürür.
Büyük Türk dünyasının küçük bir parçası olan TÜRKMENELİYİ ve Türkmenleri birden fazla sosyal, politik, ekonomik ve mezhepsel tehlike her taraftan kuşatmış durumdadır. Bu ölümcül tehlikelerin üstesinden Türkmenler olarak gelebilmemizin tek yolu milli birliğin, milli uyanışın ve Türklük şuurunun güçlü olmasından geçer.
Bir süredir, Irak tarihinde hırsızlığa, yolsuzluğa, işsizliğe, anayasal dengesizliğe ve İran hegemonyasına karşı en az 250 kişinin hayatına mal olan bir ayaklanma yaşanmaktadır. Irak’ta hiçbir şey bundan sonra eskisi gibi olacağa benzememektedir. Seçim kanunu ile 2005’ten beri yürürlükte olan, Kürtlerden başka kimsenin çıkarını ve geleceğini gözetmeyen yürürlükteki anayasa, ya gözden geçirilecek ya da yeni bir anayasa yazılacaktır. Türkmenler olarak bu gelişmelere hazırlıklı olmalıyız.
Toplumsal tehlikeler, karşılaştığımız diğer tehlikelerin şimdilik başında gelmektedir. Nüfus olarak 3 hatta 3.5 milyon olduğumuzu iddia etmekteyiz. Yapılması düşünülen genel nüfus sayımı ve önümüzdeki milletvekili seçimi Türkmenler açısından çok kritik geçecektir. Yapılacak nüfus sayımının sonucu hayal kırıklığı yaratabilir. Nüfus sayımız bir milyonun altına düşebilir. Türkmenlerin sayıları 1957 sayımında 590 bin olduğuna göre, sayıları bugün yaklaşık üç 3 milyondan az olmamalıdır. Peki o halde Türkmenlerin nüfus oranı neden düşük gösterilmekte veya gerilemektedir?
Türkmen nüfusunun gerilemesinin önemli birkaç nedeni vardır:
1) Saddam rejiminin ırkçı yöntemlerinin izleri hala bazı Türkmen bölgelerinde devam etmektedir. Bazı ilçelerde nüfusun %90’na yakını nüfus kayıtlarında Arap olarak geçmektedir. Çünkü BAAS rejimi döneminde çıkartılan milliyet değiştirme kanununa binlerce Türkmen istemeyerek milliyetini Arap olarak değiştirmişlerdir. Ancak kanunun iptal edilmesinin üzerinden yıllar geçmesine rağmen, bu insanların çoğu hala ırkçı kanunun hatalarını düzeltme yoluna gitmekten çekinmektedirler.
2) BAAS dönemi ve sonrasında yüzlerce Türkmen aile Arap olduğu iddiasına gitmiştir (HAŞİMİ, ANBEKİ, MUSEVİ, NUAYMİ, TAİ, ZAVBAİİ, HAMDANİ, ABBASİ VS). Anlaşılan bu insanlar ya şuursuzluktan ya da Türk olmaktan utanıyorlar. Bu aslını inkar eden ailelerin Türk olmaktan utanmalarının yerine gurur duymaları lazım. Dört bin yıllık Türk milleti en az Arap milleti kadar şanlı ve şerefli bir millettir.
4) Son 40 yılda Türkmenlerin Araplarla ve kısmen de Kürtlerle yaptıkları evliliklerin oranı %40 civarında olduğu bilinmektedir. Bu da Türkmenler açısından kendi kendini asimile etmek demektir. Yukarıda sıraladığımız nedenler, Türkmenlerin Araplarla entegre yoluna gittiklerini göstermektedir.
Kimimiz Türklüğünü hor görüyor, kimimiz Türklüğünü değil mezhebini ön planda tutuyor, kimimiz isteyerek Araplaşıyor veya bir Arap aşiretine utanmadan yamanmaya çalışıyor, kimimiz göç etmeyi ve göç ettiği yerde kaybolmayı tercih ediyor. Sonrada neden kimse bize sahip çıkmıyor diye feryat ediyoruz. Kendini Arap olarak görenlere, mezhebini ön planda tutan Türkmenlere, yanı başlarındaki Kürtleri neden görmek istemediklerini sormak lazım . Bizdeki toplumsal hastalıkların yüzde birini onlarda görmek mümkün değildir. Kürtlerin Sünni’si, , Şii’si, Alevi’si, okumuşu, cahili, Türk asıllısı Arap asıllısı, yoksulu, zengini, köylüsü, şehirlisi, hastası, sağlıklısı, hem Kürtçü hem de Kürdistancıdır.
Kürdistan İşçi Partisi (PKK) 1978’de 9 kişi tarafından kurulmuştur. Kurucularından biri Alevi bir bayandır. PKK örgütünün ve bu örgütün uzantısı olarak 2003’te Suriye’de kurulan Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) lider kadrolarında, Cemil Bayık ve Ferhat Abdi Şahin (Mazlum KOBANİ) gibi onlarca Alevi Kürt, Alevilik için değil, Kürtlük ve Kürdistan için dağlarda terör estirmeyi bir araç olarak benimsemişlerdir.
Yazımın son paragrafında anlattığım ve ders alınması gereken bu gerçekler ŞİİCİLİKLE, VEHHABİCİLİKLE ve İHVANCILIKLA, milletimizi bölüp parçalamaya çalışan Türkmenlere ithaf olunur.