TUNUS’TAN GELEN KİTAP
Önder Saatçi
Türkçemizin, dünya üzerinde ne kadar geniş bir coğrafyada kullanıldığını pek düşünmeyiz. Her şeyden önce Türk dünyasının; Çin’den Balkanlara kadar uzanan büyük bir coğrafi alan, hatta eski dünyanın neredeyse bir ucundan diğer ucuna kadar olan çok çok geniş bir bölümünü kapladığını göz önünde bulundurmamız lazım. Bütün buralarda bugün dahi, bütün yıpranmalarına, bütün yabancı etkilere rağmen Türkçemiz canlı bir şekilde konuşulmaktadır. Ancak şunun bilinmesi de lazımdır ki her ne kadar bugün Türkçemiz daha ziyade Türk kökenli insanların kullandığı bir dil ise de geçmişte yalnız biz Türklerin kullandığı bir dil değildi. Osmanlı idaresinin yayılmış olduğu bütün ülkelerde Türkçe az veya çok kullanılmıştır. “Kullanmak” kelimesini seçmemizin sebebi bu fiilin geniş anlamından yararlanma isteğimizdendir. Çünkü bir dili kullanmak yalnızca onu konuşmakla sınırlı değildir. Dil kullanımı, yazma, yayıncılık, resmî yazışmalar, müzikte güfte ve dinî literatürü de kapsar. Bir başka deyişle, Türkçemiz tarih boyunca yalnız Türk dünyasının Türk kökenli mensuplarının dili olmamış, aynı zamanda başka milletlerin de farklı seviyelerde kullandığı bir dil olarak kullanılagelmiştir.
Bizden başka milletlere mensup olanların Türkçeyle olan ilişkilerine dair bugüne kadar nedense fazlaca bir çalışma yapıldığına rastlayabilmiş değiliz. Bu husus biraz dilimizi ihmal etmemizden biraz da tarihin bizi getirip bıraktığı noktadan kaynaklanıyor. Türkler ve diğer Müslüman milletler, geçen bir asırdan bu yana, dar devlet sınırlarına hapsedildiklerinden, birbirlerine yabancılaşmışlar ve birbirleriyle olan alışverişleri kesilmiştir. Bu, tarihteki kültürel ve sosyal alışverişin de unutulmasını beraberinde getirmiştir. Şöyle bir hafızalarımızı yoklayacak olursak Irak’ta 1921-1958 yıllarındaki Krallık rejiminin en önemli devlet adamı olan Nuri Said’in eski bir Osmanlı subayı olduğunu ve Osmanlı askerî okullarında Türkçe eğitim görerek mesleğine atıldığını hatırlayalım. Nuri Sait mutlaka ki Türkçe biliyordu. Ünlü Türk şairi Ahmet Haşim de Arap asıllı ve Bağdatlıydı. Galatasaray Lisesinde Türkçe öğrenim görmüş ve bir Türk şairi olarak Türk edebiyatındaki yerini almıştı. Bunlardan başka Irak’ta Osmanlı dönemindeki öğretim sistemi içinde Türkçe ile yetişmiş pek çok Arap kökenli öğrencilerin, Irak Osmanlı idaresinden ayrıldıktan sonra çeşitli idari kademelerde memur, bürokrat olarak bulunduklarını hatıratlardan öğreniyoruz. Hatta çeşitli hatıralar bize 1960’lı yıllara kadar Musul’da belli bir yaşın üzerindekilerin Türkçe bildiklerini ve konuştuklarını söylüyor. Aynı durum Suriye’de de geçerlidir. Refik Halit Karay Suriye’deki sürgün yıllarında (20’li, 30’lu yıllarda) Türkçe gazete ve dergilerde (Doğru Yol, Vahdet), yazılar yazıyor. Bunları yalnızca Suriye’deki Türkler okumuyordu elbett.
Bütün bunlar Türkçemizin yalnız bizim kullandığımız bir dil olmadığını, türlü vesilelerle Türk olmayan milletlerin de Türkçeyle bir şekilde haşir neşir olduklarını gösteriyor. Ancak Türk olmayan milletlerin Türkçeyle olan ilişkilerinin ve bağlarının bunlardan çok daha fazla olduğunu yeni yeni öğreniyoruz. Yakınlarda elime geçen bir kitap Tunus’ta Türkçenin Osmanlı Devleti döneminde çok geniş bir alanda yayılmış olduğunu ve kullanıldığını belgeliyor. Muhammed EL-Fazıl EL-Beşravi’nin kaleme aldığı 750 sayfalık “تاريخ اللغة التركية في تونس ”[1] başlıklı kitap Arapçayla yazılmış ve araştırma dünyamızdaki büyük boşluğu doldurur cinsten. Beşravi, Türklerle Tunsuluların (Tunus Arapları) tarih boyunca ne gibi ilişkiler içinde olduklarını anlatarak kitabına başlıyor. Sonraki bölümlerde ise Tunusluların Türkçeyle olan çeşitli ilişkilerine dair bilgiler veriyor.
Beşravi’nin bu çalışmasıyla, her şeyden önce Osmanlı döneminde Tunus’ta ciddi bir Türk nüfusunun bulunduğunu anlıyoruz. Bu nüfusun büyük bir kısmı yeniçeri askeri olmakla beraber bunların yalnızca asker olarak kalmadıkları içlerinden şairlerin de çıktığını ve koşma nazım biçimiyle şiirler yazmış olduklarını anlıyoruz. Ayrıca, oradaki Türk nüfusunun Hanefi mezhebine göre camilerinde ibadetlerini icra ettiklerini, dua, hutbe ve vaazların Türkçe olduğunu ve İslami ilimleri Türkçeyle okuttuklarını; hatta bu camilerde öğretim veren bir kısım Boşnak ve Endülüslü âlimlerin de tefsir, hadis, fıkıh, siyer derslerini Türkçeyle verdiklerini öğreniyoruz. Tunus’taki Türk din âlimlerinin bir kısmının da müftü veya kadı olarak görev yaptıkları da kitabın bilgileri arasında.
Tunus’taki Hanefi camilerinin, yalnızca ibadet ve dinî eğitimle değil mimari unsurlarıyla da öne çıkması, bu gibi camilerin kitabelerinde Türkçeyle bazı tarihlerin ve manzumelerin bulunuyor olması, Osmanlı Türk-İslam medeniyet sahasının Anadolu ve Rumeli’yle sınırlı olmadığını gösteriyor. Hanefi mezhebine mensup Türklerin cenaze törenlerinin tıpkı bugünkü gibi gerçekleştirildiğini, Türk soylu Hanefi Tunusluların, 20. yy başlarına kadar cenazelerini bu usullerle kaldırdıklarını ve tören sırasında anlamını bilmeseler de Türkçe dualara iştirak ettiklerini, düğünlerde ve bayramlarda Tunus beyinin sarayında Türkçe şarkılar söylendiğini, bey için Türkçe dualar okunduğunu, kışlalarda askerî eğitim sırasında Türkçe ile komutlar verildiğini de kitabın sayfalarından öğreniyoruz.
Kitaptan öğrendiğimiz bir diğer husus da Türkçenin, bir saray, protokol ve dış ilişkilerde yazışma dili olarak Türk olmayanlarca da kullanıldığıdır. Bu durum, Türkçenin o devirlerde ve o coğrafyada ne ölçüde itibarlı bir dil olduğunu göstermektedir. Beşravi, Türkçenin, Tunus’ta Osmanlı idaresi çekildikten sonra, Fransız işgali döneminde ve istiklalden sonra da önemini yitirmediğini, bazı orta ve yükseköğretim kurumlarında seçmeli bir ders olarak da olsa öğretildiğini anlatıyor.
Yazar, kitabın ilerleyen bölümlerinde Arapça ile Türkçe arasındaki kelime alışverişlerine de yer veriyor. Bunları şu birkaç başlık altında, yazarın kullanmış olduğu terimler ve bizim bu terimlere karşılık olarak önerdiğimiz Türkçeleriyle birlikte sunuyoruz:
Geri ödünçlemeler (المولد العثماني): Bunlar Arapça kökenli kelimeler olup Osmanlı döneminde Türklerce yeni anlamalar yüklenmiş ve Arapçada bu yeni anlamlarıyla kullanıma girmiş kelimelerdir. Bunlar daha çok idare ve bilim alanıyla ilgili kelimelerdir: eser (kitap), aza (üye), ferik (general), faiz (riba), takdim (tanıtma), daire (kamu hizmet yeri), devriye (gezici kolluk kuvveti), salahiyet (yetkili olmak), vb.
Eklemeler (ادراج): Bu gibi kelimeler Arapçayla yazılmış tarih kitaplarında, seyahatnamelerde, bazı ilmî eserlerde veya şarkılarda görülen Türkçeden eklenmiş kelimeler ve ibarelerdir:
Tarihlerde ve Seyahatnamelerde: Bu gibi eserlerde geçen bazı terimler veya açıklayıcı kelimeler olup Türkçeden alındığı gibi kaydedilmiştir: aslani (< arslanlı) “asker”, harbiye nazırı “savunma bakanı”, kabçi başi (< kapıcı başı), serasker “ordu komutanı”, vergu “vergi”, vb.
Şarkılarda: Güftelerinin dışında kalan ve şarkıda terennüm olarak adlandırılan bölümlerde geçen Türkçe kelimelerdir: aman, efendim, canım, ömrüm, vb.
İlmî Eserlerde: Anlatılanlara dayanak olması için sunulmuş bazı Türkçe ibarelerdir: “Cihan darında ey ârif / Budur maksud-ı ins ü cin / Ne senden kimse incinsin / Ne sen kimseden incin”.
Eksik Mülemmalar (التلميع الناقص): Bazı Arapça şiirlerde bir kısım Türkçe mısraların yer alması. Bunlara eksik denmesinin sebebi bu gibi Türkçe ifadelerin, şiirin bütününe yayılmamış olmasındandır: “Allah’tan havf etmez / Ya hilvu’n-nazar / La tazlim memlukik / Hey canım yeter”.
Türkçeleştirilmiş Kelimeler (المتركة الالفاظ ): Bunlar Türkçenin çeşitli dillerden (Moğolca, Arapça, Farsça) kadim alıntıları olup Arapçaya da Türkçeden geçmiş ve Tunuslularca kendi şivelerine göre, belli dönemlerde kullanılmış kelimelerdir: âġe (< ağa) “yeniçeri ağası”, ḳareġol / ḳaraġol / ḳarġol (< karakol), yesaḳ / yasaḳ, tersḫane “tersane”, teskire “makbuz”, tekiyye “tekke”, ḥisar “kale”, zezve / cezve, seḳḳat (< sakat), şerbât “şerbet”, bâbûc (< pabuç), bâşa “paşa”, bây (< Bey), vb.
Tunus’ta Türkçe ile Arapça arasındaki bu gibi dil ilişkilerinin varlığı şüphesiz, Osmanlı idaresindeki başka Arap bölgelerinde de benzer ilişkilerin varlığının habercisidir. Hatta Türkçenin başka dillerle de aynı tarihî süreçte benzer ilişkileri olduğu bilinmektedir. Fakat bu gibi ilişkiler üzerine bugüne kadar yapılan akademik çalışmaların yetersiz ve dağınık olduğu da bilinmektedir. Bu gibi çalışmaların, Türkçenin yayılmış olduğu bütün diyarlarda yapılmasının ne derece elzem olduğu artık inkâr edilemez. Geçmişte, bilhassa Arap ülkelerindeki siyasi yapılanmaların bu gibi dil ilişkilerinin araştırılmasını geciktirdiğini söylemek mümkündür. Fakat bundan sonra böylesi çalışmaların Türkçenin diğer dillerle olan alışveriş süreçlerini daha da aydınlatacağını umuyoruz. Dış ülkelerde ve bilhassa Arap ülkelerindeki Türkoloji bölümlerinde veya Arap ülkelerinden Türkiye’ye lisansüstü çalışmaları için gelen öğrencilere verilen tezlerde bu gibi konuların araştırılması çok daha zengin bir bilgi birikimini ortaya koyacaktır. Bu birikim zamanla, Türk dilinin geçmişten bugüne olan seyrini daha da belirginleştirecektir.
[1] Kitabın varlığından beni haberdar eden ve yazarından temin ederek bir nüshasını tarafıma ulaştıran meslektaşım ve değerli dost Dr. Maksut Yıldıran’a sonsuz teşekkürlerimi sunarım.