KERKÜK KALESİNDE ATATÜRK’ÜN SİLAH ARKADAŞLARI YATIYOR
ŞEMSETTİN KÜZECİ
1534-1918 Yılları arasında Osmanlı tarafından idare edilen Musul Vilayetinin bir sancağı olan Kerkük Şehri bir zamanalar muhteşem Kalesi ile halkı övünüyordu. Ancak Irak’ın dikta rejimi ve Saddam döneminde 1991 yılında Kaleyi boşaltıp birkaç tarihi ev hariç hepsi yıkılmıştır. Kalan eseri yerden Danyal, Üzeyi ve Hüneyin Peygamber türbesi, Ulu Cami, Kırmızı Kilise, Bağdad Hatun ve bazı tarihi evler. Yıkılan önemli eserler ise, Fuzuli’nin Babasının Evi, Fuzuli Camisi, medreseler ve diğer camiler…
Kerkük Kalesinde bulunan Danyal Peygamber Camisi’nin avlusunda Atatürk’ün sınıf, gençlik, askerlik, ideal ve mücadele arkadaşı, milli hatip büyük vatanperver Ömer Nâci’nin mezarı bulunmaktadır. 1878 İstanbul doğumlu olan Ömer Nâci[1]; 1916‘da Doğu Cephesinde tifo hastalığına yakalanıp, 29 Temmuz 1916 Kerkük’te şehit olmuştu. Ayrıca, Osmanlı Ordusu’nda yüksek rütbeli subayların mezarları da Kerkük kalesindedir. Onlardan; Dördüncü Orduy-ı Hümâynun Otuzbirinci Alayın Dördüncü Taburunun Birinci Bölüğünden Yüzbaşı Abdullah oğlu Ahmet Ağa, Redif Ellibirinci Livâ Kumandanı Mirlivâ Hüseyin oğlu Ahmet Rifat Paşa ve Onuncu Orduy-ı Hümâyün’a mensup Nizâmiye Onikinci Fırka Kumandanı Şeyh İbadullah oğlu Ferik el-Hacc Mehmet Lütfi Paşa gibi Türk askerlerinin mezarları bulunuyor. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce, Kerkük mutasarrıfı olarak tâyin edilen Halide Nusret Zorlutuna’nın babası Avnullah Kâzımı Beğ’in Kerkük’te vefat eden küçük oğlu Abdullah Kâzımı’nin (Türk edebiyatının güçlü kalemlerinden “Tutsak”[2] yazarı Emine Işınsu’nun dayısının) mezarı da Kerkük Kalesindedir.
2003 sonrası ise Irak’ı işgal eden ABD ve müttefikleri (Kürt)ler Kerkük kalesinde de bazı tahribatlar yaptılar. Özellikle de Türk (Osmanlı) Şehitliğini tahrip ettiler. Ne inanca saygı ne kültüre ne insanlığa. Bir yandan tam bir ilkelliği, duygusuzluğu yaşayan kültürsüzler, bir yanda bir sokak köpeğine yapılanlar karşısında ayağa kalkan Avrupa ve diğer güçlerin kör ve sağırlığı.. Bilelim, her tarihi eser, ervahın yattığı mübarek yerler, türbeler. En az yaşayan üç milyon Türk varlığı ölçüsünde vahşetin uykularını kaçırıyor, Türklük; yaşayanlar, hoyratlarımız, kalemiz, kalemimiz.
Kerkük’ü vayda gördüm
Gördüm ne fayda gördüm
Kalenin taş toprağın
Yıkılmış çayda gördüm
Mehmet Özbek’in yanık sesinden bir ağıta dönen sözler:
“Yıktılar Kalemizi
Sürdüler balamızı
Daha can boğazdayken
Çektiler salamızı”
“Gam kahır dile saldı
Beşikte balamızı”
Bir taraftan da Usta Şair Salah Nevres1997 yılında İstanbul’da el yazısıyla yazdığı v bana emanet ettği bu dörtlüğü ömür boyu unutmayacağım:
Baxtım çayın taşına
Batıptı göz yaşına
Kal’eyçin yas tutup
Çamır qoyup başına
Yıllardır Türk Kimliğini yok etmeye, Irak topraklarında yaşam mücadelesi veren Türkmenlere baskı ve asimle politikası uygulayan rejim; yıktıkları Kerkük Kalesi gibi kendileri de yıkıldılar. Şair ise, dünyaya haykırarak seslendi:
Kebabın közü kimin
Sürmenin gözü kimin
Kal’eni yıxan adam!
Yıxıldı özü kimin
Bugün 40 milyon nüfuslu Irak halkı Saddam’ın gitmesine ebetteki, sevindi. Ancak Saddam sonrası iktidarlar bin defa Saddam’ı arattılar. Küçüğü kan büyüğü Furkan misali Türkmenler iki ateşin ortasında kalmışlar. Bu özgürlüğün tadını hiçbir zamana alamadılar ve almamasılardır. Şairin demesi de dememesi de bir çare getirmiyor:
“Söylersen tesiri yok, sussam gönül razı değil,
Çektiğim elemleri bir ben bir Allah’ım bilir…!”
***
[1] Ömer Naci, 1878 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Manastır Askeri İdadisi’nde Mustafa Kemal’le tanışmıştır. Bu yıllarda Mustafa Kemal’in edebiyata ilgi duymasında önemli rol oynamıştır. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olarak çeşitli yerlerde görev yaptı. 29 Temmuz 1916’da Kerkük’te vefat etti.
[2] 1960 öncesi Türkiye’si ve Kerkük. Tutsak’ta üç tutsaklık birbirine geçer, dolanır, birlikte akar: yaklaşan ihtilalin gerilimindeki Türkiye’de insanların insafsız siyasî akışa tutsaklığı, yanlış bir evliliğe hapsolmuş kadının tutsaklığı ve Kerkük Türkü’nün Irak diktatoryası altındaki tutsaklığı. Romandaki 1960 öncesi Kerkük’tür ama o Kerkük hiç bitmedi. Orda katliamlar hâlâ devam ediyor. Ne diyelim? Bir yakın tarih romanı mı, aktüalite mi, kehanet mi? Belki hepsi. “Midem ne kadar çok bulanıyordu. Gözlerim kapalı, istediğim o kurşun uykusu yok. Kafam, bozuk bir motor gibi ağır ağır çalışıyor. İçimde bir yerde iniltiler; ‘öldü’ diye değil, ‘beni bırakıp gitti’ diye yanıyorum! Tanrı’m, bu kadar mı bencilim ben? Bu kadar mı vahşi, gaddar? Gayrı özümden de iğrenmiyorum; cam gözlerle, camdan gerçeklere bakanlar gibiyim.”