Horyatı Dost, Şiir yoldaş Edinen şair
Hüsam Hasret
Mehmet Ömer Kazancı
Erbil, Kerkük kadar sevdiğim şehirlerden biridir. Bu sevgi, onun özbeöz bir Türkmen şehri olmasından kaynaklanmamaktadır yalnız, ayrıca, ömrümün en güzel yıllarından birkaç tanesini geçirdiğim bir şehir olmasından ileri gelmektedir. Evet, Erbil, Süleymaniye’den sonra vazife hayatımın ikinci durağı olmuştur. Fakat her bakımdan başka bir durak…
Muhteşem mi muhteşem, verimli mi verimli…
O yıllarda Erbil ile iç içe yaşamıştım. Kalesine defalarca çıkmış, Gökbörü türbesini defalarca ziyaret etmiştim. “Köçelerini” döne döne gezmiş tozmuştum. Yoğurt, peynir, tereyağı, kaymak, sirke, turşu gibi değişik tüketim ürünlerinin birbirine karışmış kokusunu, üstü kapalı, kıvrık çarşılarından geçerken, içime derin derin çekmiştim. O koku hâlâ da burnumda tütmektedir.
Daha önemlisi Şafakçı dostlarım Nusret Merdan ve İsmet Özcan ile orada tanışmış, orada Şafak şiir bildirimizi birlikte yazmıştık. Orada dünyanın en saf en temiz insanlarıyla karşılaşmış, bir araya gelmiştim. Erbil’in ağaları, beyleri, edebiyatçıları, aydın insanlarıyla… Bunların adlarını sıraya alsam, bitemez, tükenemez.
Türkmen Basın Ajansı tarafından bu yılın başında Hışırtılar kitabım için Erbil’de yapılan imza töreninde, o güzel insanların bir kısmıyla tekrardan bir araya gelme fırsatını yaşarken, kendimi mutluluğun zirvesinde hissetmiştim. Hiç biri zerrece değişmemişti. Hepsinin yüzünde, seksenli yıllardaki aydınlık, tüm canlılığıyla sürüyordu. Hepsi aynı sofi dervişler gibi büyük bir alçakgönüllülük sergiliyorlardı. Zaman değişmişti, fakat onlar ayni onlardı, birbirleriyle yarışır gibi samimiyet gösteriyor, nezaketle, zarafetle, incelikle davranıyorlardı. Mahcup etmek istemeden mahcup ediyorlardı. Burada, o güzel insanlardan toplu olarak söz etmek istemiyorum. Bu tam anlamıyla bir haksızlık olur. Zira her biri, çalışmalarıyla, davaya vermiş oldukları emekleriyle ayrı ayrı değerlendirmesi gereken insanlardır. Burada, son zamanlarda ağır bir mide operasyonu geçiren değerimiz Hüsam Hasret hakkında, kendisine geçmiş olsun adına, birkaç cümle söylemek istiyorum.
Hüsam Hasret’in bu hastalık haberini sosyal medyadan öğrendim. Haber ile yayımlanan bir fotoğraf vardı, ona ait, görünce, titredim mi desem, ürktüm mü desem, ürperdim mi desem, hiç biri o sırada yaşadığım duygumu anlatmaya yetemez sanırım.
Nedir bu ömür dedikleri, demeden kendimi alamadım. Nereye doğru aktığını bildirmeyen bu akarsu nedir, nereye uçtuğunu göstermeyen bu uçan kuş nedir, demeden kendimi alamadım.
Bir lâhzada her şeyin böyle dramatik olarak değişebilmesini aklımın ucundan bile geçirmemiştim. O boylu boslu, o “şevketli” Hüsam Hasret çürümüştü. Yüzünün suyu çekilmiş, avurtları içeriye çökmüştü. Tam halsiz, tam güçsüzdü. Yüreğim hoplamaya başladı. Ellerimi dualara götürdüm. Sonra telefonla aradım. Allaha şükrederek iyi olduğunu kendi dilinden öğrenmeseydim hiç inanmaz, tatmin olmazdım. Allah’a şükür…
Allah’ım ne güzel isimlerin var
Her birinde desem aman Allah’ım
Ululuk büyüklük tek sana uyar
En yüce mucizen Kur’an Allah’ım
***
Eş-Şekûr desem ki şükretmek gerek
Şükür iksiriyle arınır yürek
Her mümin kimsede tek sensin erek
Gönüller aşkınla handan Allah’ım
Hüsam Hasret’in bu dizeleri 2018 yılında yayımladığı “Allah’ım” şiir kitabından alınmıştır. Şükreden gönüller mutlu gönüllerdir. Şükür bir iksirdir Hüsam Hasret’e göre, ilahî bir iksir. Bu iksiri içenler, Allah’ı, verdiği nimetlerinden dolayı unutmayan ve ona gönüllerini her gün bir az daha tutuşturan insanlardır. Nankörlük etmeyen, değerbilmezlik yapmayan insanlardır. Allah da bu yüzden, şükredenleri utandıramaz.
Kitapta “Allah’ın güzel isimleri”nin her biri bir dörtlükte, ifade ettikleri derin anlamlarıyla ele alınmış, işlenmiştir. Hüsam Hasret bu isimleri isteseydi, başka kalıplarda da ele alabilir, işleyebilirdi. O isimleri, din adamları gibi, uzun uzun vaaz nitelikli makalelerle yorumlayabilir, açıklayabilirdi. Fakat o, şiiri tercih etmiştir. Çünkü her şeyden önce, bir şairdir o. Şiirin gücüne, güçlülüğüne inanan, etkinliğine, işlekliğine inanan bir şair. Şimdi değil, yıllar önce. Evet, yıllar önce bu mübarek sanata kendini adamış, bu mübarek sanat ile haşir neşir olup gitmiştir.
1956 yılında gözlerini dünyaya açan Hüsam Hasret, şiir ile ilişkisini “Şiir Antoloji” sitesinde şöyle anlatır: ” Annemin yanıklı sesinden duyduğum horyat nitelikli ninnilerle büyümem, beni çocuk yaştan edebiyat meraklısı kılmıştır. Okuduğum her şiir, işittiğim her horyat ve duyduğum her masal beni bir adım daha edebiyat dünyasına yakınlaştırıyordu.”
Bu yakınlaşmayı pekiştirmek için kimi kişisel çabaların da harcanması lazımdı. Okumak, öğrenmek lazımdı. Dolayısıyla edebiyat ile ilgili eline geçen her eseri okumaya başlar. Günden güne kendini geliştirir. Tatmin olunca, 1973 yılının sonlarına doğru ilk şiirlerini yazar. O tarihlerde 17 yaşındadır. Ancak yayınlamaya cesaret edemez. 1978 yılına kadar bekler. Bu tarihte “Geldi Bahar” adlı şiirini, Yurt gazetesine gönderir. Eli hâlâ yüreğindedir. Şiir yayımlanınca (sayı:398) derin bir nefes alır. Korku setini aşmıştır artık. Artık yayın organlarımızın yolunu tanımıştır. Bir şiir, bir şiir daha, kısa bir sürede adını edebiyat tarihimizin parlak bir sayfasına yazdırabilmiştir. Yayınlamış olduğu bu şiirlerin büyük bir kısmını “Hasret” adlı bir eserde bir araya getirir. 1984 yılında bu eser Türkmen Kardeşlik Ocağı tarafından yayınlanır. Böylece adını daha geniş bir çapta duyurmuş olur. Şiirlerde işlenen temaların çoğu, kendisi de kitabın ilk sayfalarında ifade ettiği gibi, “vatan, sevgi, ayrılık, hasret” ile ilgili temalardır. Hepsi hece ölçüsüyle yazılmıştır. Kitabın ilk şiirinde “Her Şeyimiz Güzel Olsun” diye, hem kendisi, hem de milleti için, çok açık bir anlatım ile şu temennilerde bulunmaktadır:
Yer güzel asuman güzel
Gün çıksın seher olsun
Kız güzel oğlan güzel
Koy bugün bahar olsun
***
Bizlere ok vuranın
Yayımızı kıranın
Yolumuzda duranın
Hoş yeri mezar olsun
***
Sabırla her şey olu
Şadlık sarar sağ solu
Bağımız çiçek dolu
Dağımızda kar olsun
***
Çalışırsak eğer biz
Coşa gelir hep deniz
Sarı saçlı güzel kız
Bizler için yar olur
***
Bademizde dolu mey
Çağırıyoruz hey hey
Hayat çok tatlı bir şey
Bu bizde karar olsun
Bu eserden sonra, gerek katıldığı edebiyat etkinlileri, gerek yayınladığı düz yazıları, gerekse de Türkmen Kültür Müdürlüğü yoluyla çıkarmış olduğu “Sende Buldum/ 1986”, “Üçüz Duygular/1990” şiir kitaplarıyla adına daha da yaygınlık kazandırmış oldu. Bu eserlerinde topladığı şiirlerin sayısı, “Hasret” kitabında 113, “Sende Buldum” kitabında 77 ve “Üçüz Duygular” kitabında 92 şiir olmak üzere, toplam 282 şiirdir. Bu sayı, tek başına, Hüsam Hasret’in şiire vurgunluğunu göstermek için yeter de artar da sanırım.
Hüsam Hasret eski rejim döneminde kitaplarını yeni harflerle yayınlamaya gayet eden sayılı yazarlarımızdan biridir. “Bir Ayın Şiirleri” adlı kitabı buna bir örnektir. 1999 yılında Erbil’de Lâtin harfleriyle basılmıştır. 32 şiir içeren bu kitabın arka kapağında, yine şiir ile ilişkisine değinerek şunları söylemektedir: “şiirsiz bir yaşamı hiç sevmedim, ömür boyunca da sevmeyeceğim. Yaşamı da ölümsüz bir şiire dönüştürmek için çaba harcamaktan bir türlü geri kalamam”.
Asılında Hüsam Hasret şiire karşı bu duygularını, her yeri geldiğinde, en açık ifadelerle ortaya koymaktan geri kalmamıştır. Söz gelimi “On Şiir Bin Dize/ 2018” kitabının önsözünde şunları demektedir: “dünya yüzünde şiirin en güzel bir nesne olduğuna inanmaktayım. Bu gün kendimi şiir dünyasının bir bireyi olarak sayıyorsam, şiire olan tutkunluğumdandır”. Hatta bir şiirinde, horyatları dostu, şiiri yoldaşı olarak görmektedir:
Horyat dostumdur şiir yoldaşım
Sözler denizinden içen biriyim.
Şiiri, merak olarak değil bir meslek olarak edinen Hüsam Hasret’in günümüze kadar 28’in üstünde eseri yayımlanmıştır. Bunlar arasında şiir kitapları çoğunluğu oluşturmaktadır. Gerek bu kitaplarda, gerek dergi ve gazetelerde, gerekse de değişik şiir sitelerinde, örneğin “Antoloji” ve “Şiir Fırtınası” sitelerinde yayınlamış olduğu sayılmayacak kadar şiirlerini özenle inceleyenler, ele almadık tema bırakmadığının farkına kolaylıkla varabilir. İlk denemelerinde, kendisinin de söylediği gibi, “sevgi, ayrılık, hasret” gibi bireysel temalar öne çıkmaktadır. Ancak daha sonraki dönemlerde yazmış olduğu şiirlerin konularını, çoğunlukla, uğrunda mücadele verdiğimiz davalar oluşturmaktadır. Dil davası, kültür davası, coğrafiye davası, varlık ve kimlik davası… Kerkük Vakfı tarafından yayınlanan “Ulu Türkmenim” kitabının “Ulu Türkmenim” şiirinde, bütün kıyım-kırımlara, baskılara, zulümlere, ihmallere rağmen, bu milletin yılmadığını, yıkılmadığını, yılmayacak ve yıkılmayacağını, avazı çıktığı kadar haykırarak duyurmaktadır:
Bitmemiş hala yaşıyorum ben
Çelik irade taşıyorum ben
Üst üste engel aşıyorum ben
Bu benim, bu da yolumdur benim
Hakkımdan geçmem, gitse de canım
***
Güneş görmeyen dereden akmam
Kara dağ üste şimşek dek çakmam
Millet yolundan dışarı çıkmam
Bu benim, bu da yolumdur benim
Bu yolda ancak yükselir şanım
***
Horyatla gürler od püskürürüm
Türk benliğimi canla korurum
Ereğe giden yolda yürürüm
Bu benim, bu da yolumdur benim
Başı dik duran ulu Türkmenim
Hüsam Hasret, belki bunu azları bilir ki, doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı şehir Erbil için ne kadar şiir ve horyat yazmışsa, Kerkük için de bir o kadarını kaleme almıştır: Bir şiirinde bu şehrin Türkmenlerle iç içe bir şehir olduğunu, ne Kerkük Türkmensiz, ne de Türkmenler Kerküksüz yaşayabileceğini şu dizelere dile getirmektedir:
Bulutu Türkmen, yağmuru Türkmen
Şimşeği Türkmen çakar Kerkük`ün
Neşesi Türkmen, huzuru Türkmen
Sevinci Türkmen akar Kerkük`ün
***
Türkmen’de görür bu gün-yarını
Türkmen’e saklar bütün varını
Türkmen’den alır ışık ferini
Gözü Türkmen’e bakar Kerkük`ün
***
Türkmen kalbiyle sakin yatışır
Türkmen fikrine içten katışır
Bülbülden daha içli ötüşür
Dili Türkmence şakır Kerkük`ün
***
‘Müçile”, ”Mazan”, ”Ömergele”si
”Yolcu”, ”Matarı” hem ”İdele”si
Babagürgür’ü, yüce kalesi
Türkmen’e türkü yakar Kerkük`ün
Erbil’de çalıştığım yıllarda, uzun bir süre hizmet ettiği devlet mamurluğundan emekliye ayrıldıktan sonra açmış olduğu mağaza/butik dükkânında veya kuruluşunda ciddi katkısı olduğu Türkmen Kardeşlik Ocağının Erbil şubesinde, çoğunlukla değerli dostum Nusret Merdan’ın eşliğinde, sürekli olarak görüşür, sohbetlerimiz milletin dertleriyle edebiyat konusunun dışına çıkamazdı. Çeşitli dergi ve gazetelerimizden elimize değenlerini, ilk sayfalarından tutun son sayfalarına kadar okur, inceler, her bakımdan değerlendirmeye çalışırdık. Bu değerlendirmelerde Hüsam Hasret’in heyecanlı girişimleri gözlerimizden kaçamazdı. O tarihlerden işte, diline, milletine, davasına ne kadar bağlı olduğunu bilirim. Dolayısıyla, o tarihlerde yazmış olduğu şiirler için rahmetli hocamız Ata Terzibaşı’nın yapmış olduğu yorumu çok doğru görüyorum. Rahmetli hocamız “Erbil Şairleri” kitabında şöyle der: “Hüsam Hasret, yüreğinin derinliklerinde taşıdığı milli hislerini eserlerinde tümüyle yansıtmamıştır. Buna sebep, çevre etkenlerinin rolü büyük olsa gerek. Bu yüzden kavmî/milli şuurunu vatanperverlik ve insanlık duyguları kisvesiyle belirtmeye çalışmıştır”.
Evet, o tarihlerde, zalim bir rejim vardı. Kurt gibi, çakal gibi her kesi çatık gözleriyle izlemekte, aydınlarımızı yakalamak için, ufak tefek bahaneler aramaktaydı. Bunun idraki içinde olan aydınlarımız, özellikle de şairlerimiz, mecaz sanatının verdiği imkânlardan yararlanarak duygu ve düşüncelerini, kapalı bir anlatım ile ifade etmeye çalışmaktaydı. Hepsinin “sevgilisi” vardı, şiirlerinde övdükleri, övgü yağdırdıkları, fakat bu sevgili neticede, ya millet, ya Kerkük, ya da güzelim dilimizdi.
1991 yılında Irak’ın kuzeyinde oluşturulan güvenlik bölgesi içinde Erbil de vardı. O tarihten işte, Erbil edebiyatçılarına daha geniş, daha açık ve daha özgür bir ortam sağlanmış oldu. Artık kapalı, imgeli, mecazî şiirler yazmaya gerek kalmadı. Milletin meşru hakları açık seçik olarak kaleme alınmaya başlandı. Bölgede yeni gazete ve dergiler çıkarıldı. Bunların en önemlisi Türkmeneli gazetesiydi. Hüsam Hasret üç yıl boyunca bu gazetenin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Gazetede “Yazıların Dili” adlı bir köşede, güncel konuları ele aldığı gibi diğer dergi ve gazetelerde de “Can, Sağ Er, Erdem ve Görkem” gibi imzalar kullanarak katkısı oluyordu. Bütün bu çalışmaları, kendisini, âşık olduğu şiirden alamıyor, alıkoyamıyor, uzaklaştıramıyordu. Bu dönemde yazdığı her şiirde, gerek tema gerekse de ifade tarzı bakımından yeni bir nefes vardı. Dikkatleri daha da çeken, okurları daha da saran sarsan…
Şiirlerinde, şekil “bütünlüğüne” ile içerik “birliğine” son derecede özen göstermesi, Hüsam Hasret’i diğer şairlerimizden ayıran farklı, hatta çok önemli özelliklerden biridir. Bunu kitaplarında da görmekteyiz.
“Erbil Destanı/ 1987”: 33 beşlikten oluşan bu şiirde “yerli şive“ kullanılmıştır.
“Bir Ayın Şiirleri / 1999”: “bir ay içerisinde” yaşanan çelişik duyguları yansıtan şiirler içermektedir.
“İnsanlık Göz Yaşımızdır /2001”: bu eser “tek insan ve insanlığa dair” konuları dörtlük tarzında işleyen bir eserdir.
“Allah’ım /2018”: cenabı Allah’ın güzel adlarına açıklık getiren şiirlerini kapsamaktadır.
“On Şiir Bin Dize/2018” adlı eserinde ise şairin on şiiri bulunmaktadır. Her şiir on kıta, her kıta on dizeden oluşmaktadır. Böylece toplam dizelerin sayısı bin dize etmektedir.
Böylesi üretken bir şairi, hak ettiği kadar saymaktan, saygı göstermekten, selâmlamaktan geri kalmamalıyız. Geri Kalmak bir vefasızlık, bir haksızlıktır. Yanız Hüsam Hasret’e karşı değil. Hizmet ettiği kültüre, edebiyata ve dile karşı da bir haksızlık… Ben onu oturduğum koltuktan değil, ayağa kalkarak selamlıyorum… Ve son günlerde geçirmiş olduğu rahatsızlıktan dolayı duyduğun üzüntüyü tekrardan bildirerek, kendisine acil şifalar diliyorum.
Dostların horyatlar, kardeşlerin şiirler yolunu gözlüyor, seni bekliyor Hüsam Hasret. Fazla bekletmezsin umarım…