Ağrı mı Adgir Dağı mı?!
Prof. Dr. Hikmet Babaoğlu
Azerbaycanlı milletvekili, ‘’Yeni Azerbaycan’’ gazetesi genel yayın yönetmeni
Kardeşim Savcı Sayan’a saygılarımla!
Güneşli bir günde köyümüzden güneye baktığımda dikkatimi çeken ilk şey yeşilliklerin arasından akan Arpaçayı oluyordu.Daha sonra yeni bir kanal kazıldı ve Arpaçayı üzerine yeni bir yatak yapıldı ama nehir eski doğal yatağını doldurmaya devam etti. Gökyüzüne yükselen Kızı Dağ, kendisine bir gurur anıtı olarak bakıyordu. Sonra büyük ova vardı ve uzakta, sürekli karlı zirvesi, asil konumu ve muhteşem manzarasıyla Ağrı Dağı görülüyordu, yani Büyük Ağrı dağı. Arkasında Küçük Ağrıdağı bize doğru uzanıyordu, çocukluğumdan beri bu sahneyi izlemekten hiç yorulmamıştım, Ermenistan bu muhteşem sahneyi arması üzerinde somutlaştırmıştı. Ama o zaman bu tür şeylerden haberdar olmak için yeterli bilgiye sahip değildim. Ağrı Dağı’nın Türkiye’de olduğunu bile bilmiyordum, bu dağın manzarası beni hep büyülüyordu ve adını düşünüyordum. Neden Ağrı Dağı?! Acaba dağ da ağrır mı, ağrırsa nasıl ağrır ve niçin ağrır, bu sorulara doğru cevabı bulamadım. Köyümüzden batıya bakan Ağbaba bir dizi dağa doğru uzanıyordu. Türkiye yeterince yakın olan bu dağların öbür tarafındaydı. Her gece gece yarısı Sovyet sınır muhafızları, dağın eteğinden gelen güçlü projektörlerle geceyi aydınlatarak köyümüzü ışıkla doldururlardı. O zamanlar vatandaşı olduğumuz Sovyet İmparatorluğu’nun gücüyle gurur duyuyorduk, ama sadece çocukça sevinç ve ilgiyle, ancak bu önlemlerin sınır köylerinden birinin Türkiye’ye kaçma ihtimaline karşı “güvenlik” amacıyla yapıldığını biliyorduk. Bu dağ serisinde dikkatimi çeken şey Taya Kaya doruğuydu. Dağların hemen ortasında aniden samanlık gibi yükselen bu zirveye hayrandım. Ağbaba serisindeki bir diğer zirveye Aglagan adı verilmişti. Bu isim de düşündürürdü beni hep… dağ ağlar mı, çocuk gibi ağlasa bile neden ağlıyordu acaba?… Adil olmak gerekirse, aslında, Sovyet sınır muhafızları haklıydı. Çünkü Türkiye sınırını defalarca geçmeye çalışanlar ve hatta başarılı olanlar da vardı … Bu macera bizi mıknatıs gibi cezbetmekteydi. Sınırın diğer tarafındaki akrabalar, köyümüz Kars’a kapalıyken oraya gidenlerin anlattıkları ilginç hikayeler ve hatta “kulak” olarak tutuklanan dedemin daha sonra savaşa ve oradan Türkiye’ye gönderilme ihtimali beni Türkiye’ye geçmeye teşvik etti. Hatta toplu çiftlik kurulduğunda büyükbabamın büyükbaş hayvanların bir kısmını Türkiye’ye taşıyabildiğini ve şimdi oradaki akrabaların bakımında olduğunu biliyordum. Bütün bunları düşünerek çocukluk arkadaşlarımla Türkiye’ye taşınmayı hep hayal ettim. İnanın bana köyümüzün sevinçleri, üzüntüleri, inançları, manileri, ninileri ve hikayeleri kesinlikle bu dağlarla bağlantılıydı. Ağbaba ocağı, Gizildağ ocağı, Hacıhalil dedenin Karahaç’ta bulunan türbesi yöre halkının inanç ve umut yerleriydi. Üzücü günlerde anneannelerimizin söylediği bir mani herzaman kalbimi acıtıyordu.
Azizim ağlağandır
Karahaç Ağlağandır
Acı bilene gittik
Çözdük kim ağlağandır…
Tanrı bu nasıl ilahi kederdir, böyle?! Daha üzgün, daha ağlamaklı olmak adına yarışarak bunu kanıtlamaya çalışan var mıdır başka? Tabii ki, bunu anlayacak kadar büyük değildim. Bu üzüntüyü, bu iç çekişi anlamak için büyümem gerekiyordu, ama yine de Ağlağan Dağı’nın adı bile küçük yüreğimin kederle dolmasına yetiyordu, yıllar sonra hayat bana da gerçek kederi tattırdı. En büyük üzüntü kuşkusuz vatansızlıktır. Doğduğunuz yere, ruhunuzun dünya ile yeniden birleştiği yere gidememek, çocukluğunuzun anılarına tutunmak ve onlarla iletişimden mahrum kalmak … Artık yurttaşım bu ölümlerden kurtulmuş olduğuna göre çok mutluyum.
Ağrı dağı’nı çok sonra tekrar gördüm. Bu sefer Nahçıvan tarafından Ağrı Dağı’nı gördüğüm için şanslıydım. Nahçıvan’dan baktığınızda ön tarafta Küçük Ağrı’yı ve arkada Büyük Ağrı’yı görebilirsiniz. Yani köyümüzdekı manzaranın bir yansımasıdır, ama Ağrı Dağı yine aynı ihtişam ve gururla insanları büyülüyor. Ağrı Dağı’nın çocukluk anılarımı yazmamın sebebi bu muhteşem dağın Erivan’a bakan yamaçlarında, Azerbaycan bayraklarının renk projeksiyonunu oluşturmak için bir girişim var şuan, bundan çok memnunum, belediye başkanının bu girişimini gönülden memnuniyetle karşılıyorum ve bir an önce gerçekleşmesini dört gözle bekliyorum. En büyük hayallerimden biri Ağrı Dağı’na tırmanmak.
Not: Daha sonra Ağrı Dağı’nın neden Ağrı olduğunu bulmaya çalıştım, çocukken kendime sorduğum sorulara cevap arayarak büyüdüm, maalesef beni tatmin edecek bir cevap bulamadım. Ama arayışıma devam ettim ve sonunda bana inandırıcı gelen bir cevap buldum Büyük Kaşgarlı Mahmud’un ‘‘Divani lugat -it-Türk’’te erkek babaya Adgir denildiğini yazıyor. Büyük Ağrı ve Küçük Ağrı’nın uzaktaki kabartma kombinasyonu, dev bir at sırtına yerleştirilen bir eyeri andırıyor, bu nedenle atamız bu benzetmeye göre dağa ADGIR adını vermiştir. Daha sonra fonetik olarak deforme olan kelime çarpıtıldı ve Ağrı olarak telaffuz edildi. Eski Türkler, hayvanlara benzetilerek yer isimlerinin yaratılmasında çok büyük etken oldular. Örneğin koç boynuzunu anımsatan zirvesi olan dağlara Koçgar denildi, Türkiye ve Azerbaycan’da bu isimde çok dağlar vardır. Bu şekilde yaratılan isimler zootoponim olarak isimlendiriliyor. İşte Ağrı’nın adı da Adgir’den türemiş olan bir zootoponimdir.