Adnan Sarıkahya’nin Ardından
Dr. Şemsettin Küzeci
1980’li yıllarda Bağdat Türkmence radyosundan merakla dinlediğim Adnan Sarıkahya’nin “Edebi Mektuplar” programına gençlik çağında yazdığım horyatlarımı göndermeye başlamıştım. Adnan Sarıkhaya’nin adı da o yıllardan aklımda kazılmıştı ki rahmetli Mehmet İzzet Hattat’ın vefatının 40. Gününe kadar yüz yüze tanışmadığım ve görüşmediğim Adnan Sarıkahya ile 6 Eylül 1991 tarihinde bir araya gelip ortak sunuculuk yapmıştık. Hattat’ın anma toplantısının açılışını Sarıkahya yaptıktan sonra radyoda programı olduğu için sahneyi bana ve Y. Zeynelabidin’e bırakmıştı. O gün Adnan Sarıkahya Üstadı ilk kez karşımda görmüştüm. Dostluğumuz böyle devam etti.
1994 yılında Bağdat Radyosu Türkmence bölümünde “Spor Dergisi” programını hazırlayıp sunmak için o dönem radyo müdürü Salah Muhyettin Bey’den bir teklif almıştım. Beni Bağdat’a çağırdı. Edebiyatçı dostlarım; Ümit Osman Köprülü ve Sabır Demirci ile Bağdat’a gidip ilk programı sunmuştum. Orada bir kez daha Adnan Sarıkahya ile yüz yüze gelip, spor ile ilgili koyu sohbetlerimiz olmuştu. Irak birinci Futbol liginde Kerkük takımını temsil ettiğim yılları hatırlatıp, beni defalarca kaleme aldığını söylemişti. İşte Adnan Sarıkahya ile dostluğumuz o şekilde devam etti.
1996 yılında Türkiye’ye yerleşince Adnan Sarıkahya’yı artık Irak TV Türkmence bölümünden izliyordum. 2003 sonrası Türkmeneli TV beraber çalıştığımız dönemler oldu. Ben ve Adnan Sarıkahya’nin oğlu Ersan ile TV’nin Ankara şubesinin kurucuları arasında yer aldık… Kasım 2005 tarihi idi. Adnan Sarıkahya ise TV’nin Genel Müdürü idi. 2006 yılında Ankara gelen Adnan Sarıkahya ile geniş kapsamlı görüşüp TV ile ilgili düşüncelerimizi paylaştık. O dönem Türkiye’yi ziyarete den Ünlü Sanatçımız Fethullah Altunses ile özel bir güncel program yaptığımda Sarıkahya da “Mavi Okyanus” adında Altunses’le güzel bir program yaptı.
Ailece tanıştığım ve dostluğumuzun devam ettiği süreçlerde Sarıkahya sessiz, dopdolu bir aydın olarak hayata bakış açısının farklı olduğunu gördüm. Ne yazık ki, Sarıkahya dönemin TV yöneticileri tarafından haksız yere uzaklaştırıldı ve mağdur duruma düştü…
Son yıllarda Ailesi ile Ankara’ya yerleşen Adnan Sarıkahya yine sessiz toplumdan uzak kendi kabuğuna çekilerek anılarını yazmaya başlamıştır. Kim bilir neler yazdı neler yazacaktı… Ölümünden 24 saat önce eşi Fevziye Hanım beni arayarak Adnan için dualarımızı istedi. Çünkü yoğun bakıma kaldırılmıştı. Ama ne yazık ki ertesi gün, acı haber geldi. 12 Şubat 2022 tarihinde ölüm haberini aldık. 13 Şubat Türkmen toplumu olarak acılarla Adnan Sarıkahya’yı Ankara Karşıyaka mezarlığında son yolculuğuna uğurladık…
Son 2 yıl içerisinde Korona virüs salgını nedeniyle vefat eden ve daha önceleri Ankara’da vefat eden Türkmen Aydınları; Abdürrahman Kızılay (Sanatçı), İsmet Hürmüzlü (Tiyatrocu), Sadun Köprülü (Şair), Mahmut Kasapoğlu (Yönetici) gibi Adnan Sarıkahya da Kerkük’ten uzakta Anavatanda defedildi. Halbuki vasiyeti Kerkük’te defnedilmekti, ama olmadı. Kısmetmiş meğer…
Adnan Sarıkahya Kimdi
İletişimci ve edebiyatçı Adnan Sarıkahya, 1945 yılında Kerkük’e bağlı Bilava köyünde doğdu. Babası Mehmet İsmail Beg, tanınmış Sarıkahya Begleri ailesindendir. İlkokulun 4. Sınıfa kadar köyde bitiren Sarıkahya daha sonra ortaokul ve Liseyi Kerkük’te tamamladı. 1962 yılında Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümüne alındı. 1966 yılında Ankara radyosunun düzenlediği “spikerlik ve tercümanlık” sınavını geçerek radyoda çalışmaya başladı. 1969 yılında Irak’a döndü.
Adnan Sarıkahya’nın edebi çalışmaları Türkiye’de öğrenci olduğu dönemde edebiyata ilk adımlarını atmıştır. Irak’a döndükten sonra edebiyatın her türünde kalem oynatan Sarıkahya ağırlıklı olarak eleştiri yazıları dikkat çekmektedir. Ayrıca Şiir, öykü, piyes, güfte gibi türlere önem vermiştir.
1972 yılında Bağdat Radyosu Türkmence bölümünde çevirmen, spiker ve program sunucusu olarak göreve başladı. Uzun yıllar radyoevinde kültür, edebiyat, şiir, folklor ve sanatın çeşitli dallarında programlar hazırlayıp sunmuştur. 1997 yılında kendi isteği üzerine emekliye ayrılan Sarıkahya, 1999 yılında sözleşmeli olarak tekrar radyoya döndü.
Yetenekli bir çevirmen olan Adnan Sarıkahya 1973-2003 yılları arasında Bağdat’ta yayın yapan “Yurt” gazetesinin her dalında köşe yazarlığı yaptı. Ayrıca Kardeşlik ve Birlik Sesi dergilerinde de çeşitli yazıları yer almıştır.
2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgal ettikten sonra Sarıkahya Cihan Haber Ajansının Bağdat bürosunda koordinatör olarak kısa bir süre çalıştı. Daha sonra 2004’te Türkmeneli TV’ye geçerek, TV’nin önce radyo müdür daha genel müdür olarak toplam 10 yıl çalıştı. Hayatının son yıllarını Türkiye’nin Başkenti Ankara’da geçirerek kalp ve böbrek yetmezliği sonucu 12 Şubat 2022 tarihinde Ankara’da vefat etti.
Eserleri:
- Sevgi Irmağı (Öyküler). Bağdat, 1980
- Yirmi Beşinci Saat (Öyküler). Bağdat, 1989
- Damla Damla Göl Olur (şiir). Bakü, 2009
**
Şiirlerinden Örnekler
DAMLA DAMLA GÖL OLUR
Damla damla akan sular göl olur
Yağmur yağar rüzgâr eser sel olur
Bağvansız bağ talan olur çöl olur
Dinle kardeş, anla bacı, sözümü
Anlayana, sivri sinek saz olur
Anlamaza, davul zurna az olur
Mevsim döner, bahar olur, yaz olur
Dinle kardeş anla bacı sözümü
Ummadığın taşlar bazen baş yarar
Yaşlı göze kirpik yarar kaş yarar
Aç karına ekmek yarar aş yarar
Dinle kardeş anla bacı sözümü
Kırlangıçlar yılda bir kez göç eder
Gül satan kız çiçeklerden taç eder
Kaç kere kaç bilir misin kaç eder
Yerlerinde esen meltem yel olur
Damla damla akan sular göl olur
Tomurcuklar esneyince gül olur
Günler geçer aylar geçer yıl olur
Viran gönlüm ateş olur kül olur
Dinle kardeş anla bacı sözümü
Azı tatlı çoğu acı sözümü
Bizim dostlar kör ettiler gözümü
Har ettiler baharımı yazımı
Hana harap oldu bütün gülhanlar
Hamam çöktü öksüz kaldı külhanlar
Kılıç kında pas içinde kalkanlar
Dinle kardeş anla bacı sözümü
Yüreğimde hiç dinmeyen bir sancı
Bağban gitti bağda gezen yabancı
Barınacak ne han kaldı ne hancı
Dinle kardeş anla bacı sözümü
Bu rüzgarlar böylesine eserse
Ussuz makas hiç durmadan keserse
Alt, üst olur, felek ayak basarsa
Dinle kardeş anla bacı sözümü
Bilek sındı kürek gitti nem kaldı
Dilek söndü yürek bitti gam kaldı
Gök kubbenin çökmesine dem kaldı
Dinle kardeş anla bacı sözümü
Açlık bazen deprem olur sel olur
Yürek yanar ince ince tel olur
Yokluk her gün başa vuran el olur
Dinle kardeş anla bacı sözümü
**
YÜCE ALLAH
Yüce zikrinle gönüller
İman dolar nur dolar
Hikmetinle bağ bahçeler
Meyve dolar bar dolar
Kudretinle dağ deveye
Yağmur yağar kar yağar
Sensin yüce, gündüz gece,
Adın düşmez dillerden
Mustafa’nın hörmetine
Rahm eyle kullarına
Nimetini esirgeme
Işık saç yollarına
Merhametin kerem eyle
Kuvvet ver kollarına
Sensin yüce gündüz gece
Adın düşmez dillerden
**
HER ŞEY GÜZEL KERKÜK’TE
Şakrak öter bülbüllerin
Rengarenk açar güllerin
Neşe doludur yolların
Çiçeklerin solmaz güzel
Sende bahar kış yaz güzel
Sende şarkı söz saz güzel
Havan güzel ovan güzel
Gecen serin ayaz güzel
Gönüllerde sevgin derin
Mutluluk dolu her yerin
Her bir köyün her bir şehrin
Sende keder olmaz güzel
**
DİLBER
Senin, gözlerin elmas, kaşların gerilmiş yay,
Sesin kumrular gibi, yüzün ondördünde ay,
Dişlerin, inci inci, saçların lüle lüle,
Güllerin konca konca, dilin benzer bülbüle,
Balların, petek petek, bağların, çiçek çiçek,
Gülüşün, melek melek, öldürürsün gülerek.
**
YOL ÜSTE
Gözlerinin bebeğinde bir giz var
Yanağının çukurunda bir iz var
Yollarında hem gece hem gündüz var
Sırma saçlar oynaşırı bel üste
Dedelerden bize kalan sözler var
Kül altında ummadığım közler var
Gölümüzde sonalar var kazlar var
Yüreğimde sel geliri sel üste
**
ERBİLİM
Güler yüzlü şeker sözlü Erbilim
Bizim elden sana selam getirdim
Bahçemizde hiç solmayan al gülüm
Bizim elden sana selam getirdim
Tarlaların altın renkli sümbülü
Gözü sürme baldan tatlıdır dili
Gül bağında şakrak öter bülbülü
Bizim elden sana selam getirdim
Çiçeklerin mevsimlerin baharı
Lalelerin nesrinlerin diyarı
Mecnunların Leylaların özyarı
Bizim elden sana selam getirdim
GÖÇMESİN
Yavru bülbül yuvasından uçmasın
Avcı vurur kanadını açmasın
Ak güvercin ovasından göçmesin
Yad ellerde öksüz kalır el olur.
**
ÜÇGEN
Bir kelebek, bir ırmak ve bir çiçek
Susayan bir çift dudak ve bir dilek
Arılara gül gerek, petek gerek
Mevsim böyle geçti, yine geçecek
Gitti bir daha geri dönmeyecek
Bir sevgi, yürekte kaldı hep arzu
Ay bitti, yıllar geçti dizi dizi
Buz bağladı, dağlar ayırdı bizi
Bir bahar böyle bitti, kış gelecek
Gitti bir daha geri dönmeyecek
**
ÖZÜNLERİN KRALİÇESİ
Bir zamanlar,
Sesin çınlardı tatlı tatlı,
Mansurların “sarayında”,
Sözün döner dolaşırdı
Ozanların dillerinde,
Kömür gözlerin uçuşurdu,
“Kalelerin” ekseninde
ve “Kaleler” selamlardı seni
Her geçişinde…
Gelişinde
ve.. kalışısnda.
Bir zamanlar,
Şarkı oldun dillerde…
İnce, şirin sözlerin,
Ezgi idi yollarda…
**
GEMİ
Ne zaman. Nereye,
Nasıl varacağı
Belirsiz
Gemimiz güvertesi.
Yelkensiz. Kaptansız
Okyanusun ortasında,
Uçsuz, bucaksız,
Mavilikler kararsız,
Liman fenersiz.
Tayfun nedensiz
İşte poyraz.
İte şimşek.
İşte biz,
**
Yazılarından Bir Örnek
GURBET KUŞLARI
1960’lı yılların başında yayına başlayan Türkmence radyosu Bağdat’ta olmasına karşın Türkmen müziğini kamçılamış büyük hizmetler sunmuştur.1970’lı yılların başında Türkmen sanatı (müzik milli takımı) adını taşıyan ama aslında müzik, tiyatro ve sanatın bir çok dallarını içeren yüksek kaliteli bir sanat gurubunun doğuşuyla hızlı adımlar atarak bir tarih yazmıştır.
O yıllara kuşbakışı şöyle bir göz atarsak neler görürüz: Bir gurup genç Türkmen’in üstün çabası, bir kaç yürekli ağabeyin, beyefendinin yönlendirmesi, yol göstermesi ve destek vermesiyle oluşan, yaratılan genç yetenekleri bir araya getiren ve Türkmen toplumunun büyük sevgi ve hayranlığını kazanan bir sanat topluluğu doğmuştur.
O zamanın tanınmayan, bilinmeyen filizleri, tomurcukları Fethullah ALTUNSES, Yılmaz Erol, Necdet KİFRİLİ, Yaşar Mustafa KEMAL ve şimdi adlarını anımsayamadığım birkaç genç ses ve yetenek, şair ve yazar Salah Nevres, Tiyatrocu İsmet HUÜMÜZLÜ, Müzisyen Hüseyin BAHAATTİN, Ressam Nurettin İZZET ve başkalarının yönlendirmesi ve yol göstermesiyle milli müzik takımının sütunları ve geleceğin parlak yıldızları oldular.
Bu genç ve amatör ekip genç müzisyenlerin eşliğinde unutulmaz şahane konserler verdi, Türkmeneli bölgelerini kapsayan turnuvalar düzenledi ve gitgide bütün yetenekli ses ve sazların çatısı altında topladı. Ne yazık ki bu sanat yıldızı topluluğu koruyamadık, değerini gereğince bilemedik ve olan oldu.
Şimdi …35 yıl sonra şimdi bir müzik ekibimiz var mıdır? …Yoktur. Şimdi, o yıldız
Topluluğun benzeri değil kokusu bile yoktur:
Peki neden?
Fethullah ALTUNSES var,
Yılmaz EROL var,
Necdet KİFRİLİ var (hem de Kerkük’te)
Hüseyin BAHATTİN var (hem de Kerkük’te)
Mehmet Cebbar gibi harika bir kemancı Talip Asker gibi harika bir neyzen
Ve ve, ve üstün yetenekleri bulunan müzisyenlerimiz var.
Var da var ama: Ekip yok. Gurup yok. Topluluk yok… Neden yok? Ekip yok. Çünkü Türkmen müziği yok edilmek isteniyor. İçiriğinden boşaltılması, kaydırılması, çalınması, başka yerlere, yanlara, yönlere adapte, transfer edilmesi isteniyor. İsteniyor mu? İsteniyor aşaması geride kaldı, şimdi, uygulama aşamasındayız.
Ekip yok. Çünkü sanat varlığımız çalınmak isteniyor. Sanatsal varlığımız eritilip yağmalanmak isteniyor. Yalnız sanatımız mı yağmalanmak isteniyor?.. Hayır efendim ne münasebet:
Kültürümüz çalınıyor,
Geçmişimiz çalınıyor,
Petrolümüz çalınıyor,
Toprağımız çalınıyor,
Ve daha önemlisi: Kerkük’ümüz çalınıyor. Neyse. Biz çalınmaya alışığız. Yıllardır gençlerimizi, edebiyatçılarımızı, sanatçılarımızı ve diplomalılarımızı, Avrupa’ya. Kanada’ya ve Amerika’ya Çaldırmıyor muyuz?
Dünya ülkelerine yayılan “gurbet kuşlarımız “a içimizden “yeter artık geri gelin çok özlettiniz, sizden boş olan yerler dolmuyor ” diyesimiz geliyor ama !..Gurbetteki edebiyatçı, sanatçı ve kültürlülerimizden “gürgürbaba”yla ilişkileri sağlam tutmaya. Sanat ürünlerini esirgememelerini istemekten başka elden bir şey gelmiyor…
**
“Oğullarım” Romanından Bir Kesit
Çağımızda her aile içinde vuku bulabilen olayın bir yönünü canlandıran bu romanımızda, gerçeğe çok yakın birini yansıtmaya çalışıyoruz.
Tevfik Efendi’nin üç oğlan bir kız çocuğunun sonuncuları olan Nuri’nin baba evinde evlenip problemlerinin başlamasıyla romana giriyoruz.
Romanımızın kahramanları toplumumuzun her yerinde her an görülen karakterlerdir.
Karı koca arasında oda içerisinde şu konuşma cereyan etmektedir.
Nuri: Mektubumuzu alır almaz yola çıksaydı, şimdi burada olmalıydı. Acaba neden gecikti?
Güzide: Ay ne var canım… Belki de trenle geliyor. O halde biraz geç yetişir.
Nuri: Ama ben mektupta tez gel diye yazmıştım canım. Trenin zamanı mıdır şimdi?
Güzide: Ama sen geçen kere de aynı şeyi yazmıştın. Ne oldu! İki gün sonra geldi. Olur böyle şeyler, yolculuktur bu.
Nuri: Şimdikini diyorum, konuşursan adamakıllı konuş ya da hiç konuşma daha iyi olur.
Güzide: İyi, iyi canım. Sen kızma. Gelir, gelir.
Nuri: Şuna bak. Ağzından kira istiyorlar sanki. İnşallah gelir. Selametle gelir demektense alaylı alaylı “gelir, gelir” diyor kız. Ah senin elinden ah…
Güzide: ay ne oldu gene Nuri? Ne dedim ki hemen saman alevi gibi tutuştun canım… Bir yandan annen baban, bir yandan sen öldürüyorsunuz insanı canım. Bu hayat çekilmez doğrusu nedir bu… Of! Hapishanedir burası valla.
Anne ile baba ise aynı anda ve kendi odalarında oğullarının gelişini beklerken sinirlerini güç halde tutuyorlardı. İlk konuşan Tevfik Efendi oldu ve Gülbağ’a sordu:
Baba: Yemek yedin mi Gülbağ?
Gülbağ: Ay… Eee..
Baba: Aç olmadın mı diyorum Gülbağ?
Gülbağ: Yo yo, hayır aç değilim.
Tevfik: Hah… Aç değilmiş sabahtan beri. Ağzına bir lokma ekmek bile koymadı, bir de aç değilim diyor. Ah biraz doşap (pekmez) olsaydı bu ekmeğe katık etseydim. Kalk Gülbağ, kalk… Biraz doşap getir de şu ekmekle yiyeyim, kalk.
Gülbağ: Ay en de… Bir gün de doşapsız ye canım, her gün doşap…
Tevfik: Ay kız dört gündür ekmekten başka ağzıma zat girmedi valla.
Gülbağ: Ay işte bugün de ekmek ye ne var yani, eğer çok istiyorsan git mutfaktan getir de ye. Ben girmem oraya.
Tevfik: Gene başladı bizimki ha. Onun aldıkları şeyler değiller, Erkan’ın gönderdiği parayla aldım bunları. Haydi, kalk bakalım biraz doşap getir, kalk.
Gülbağ: Ben getirmem dedim. Sen git kendin getir.
Tevfik: Sen bak ha… Tövbe Yarabbi tövbe… İnsanın nasıl sinirlerini bozuyor estağfurullah… Kız sen…
Gülbağ: Canım yavaş bağır. Ne kızdın gene. Dur bakayım nedir bu ayak sesleri.
Tevfik: Neye bakıyorsun kız sen?
Gülbağ: Ay dur canım ayak sesleri geliyor. Ne borazan gibi bağırıyorsun sen!
Tevfik: La havle ve la… Kız sen beni öldüreceksin. Ay ayak seslerinden sana ne? Sen gene başladın ha?
Gülbağ: Oy canım bir sabır eyle adam.
Adam elindeki kabı sinirlenerek yere vurduğu gibi paramparça eder ve yüksek sesle bağırmalarına devam eder.
Tevfik: Sen bak tövbe Yarabbi. Kabı da kırdık. Allah’ım sen sabır ver bana. Kız sen başkalarını dinlemekten utanmıyor musun? Kız sen yaşlı başlı kadınsın ayıp değil mi işler? Vallahi ben kendimden utanıyorum… Ah kadınlar ah… Sen çekil bakayım oradan çekil…
Adam bağıra bağıra ve kırılan kabın parçaları üzerine basa basa kapıya doğru gider. Kapıyı birden hızla açar ve Gülbağ artık kendini tutamaz.
Gülbağ: Demedim mi ben? Demedim mi kulak asıyorlar diye. Geline bak sen geline, kulaklarından asılasın inşallah.
Tevfik: Yoldaş ol avratına oldu canım dur bir anlayalım, diyerek.
Karısını susturmaya çalışır ve yavaş yavaş geline sorar:
Tevfik: Ne var kızım, bir şey mi istiyorsun?
Gelin neye uğradığını şaşırmış bir durumda, ne söyleyeceğini bilmeyerek bir şeyler söyler:
Şey ha… Şey… Biraz şey istiyorum… Şey… Pe… Ve geriye dönüp odasına doğru koşar.
Bu arada Gülbağ söz söylemekten hiç durmuyor. Tevfik ise ne söyleyeceğini şaşırmıştı gelinin koştuğunu görünce. Kapıyı kapar bağıra bağıra.
- Ulan domuz oğlu domuzlar, der ve kapıyı sert bir şekilde çarpar.
Yazar romanın sonunu şöyle bağlar:
Tevfik Bey, karısının oturduğu yerde öldüğünü görünce dört oğlunun duvardaki resimlerini bağırarak “Onu siz öldürdünüz. Anneniz öldü, haberiniz yok. Bu mu emeklerim? Böyle mi olacaktı sonumuz? Ulan utanın köpekler… Köpekler… Bir, iki, üç, dört. Ulan dört tanesiniz. Hiçbirinizde hayır yok. İşte bir, iki, üç, dört… Bir de sayayım: bir, iki üç dört.
**