Günaydın Gece ve Kani Cebbari
Dr. Şemsettin Küzeci
Önce “Günaydın Gece” Irak Türkmen Edebiyatçı Nusret Merdan’ın Öykülerini kapsayan ve Irak Kültür ve Tanıtma Bakanlığı, Türkmen Kültür Müdürlüğü-Kültür Yayınları dizisi 51 Nolu eser 1986 yılında Bağdat Zaman Matbaasında Arap harfleriyle Türkmence basılmıştır. 9 Öykücük içeren bu kitap 60 sayfadan oluşmaktadır. Nusret Merdan Orijinal eserinde 9 eserden 8’i normal öykü ve 5’i de “Çok Kısa Öyküler” olarak yer almaktadır. Sekiz Öyküler: Arzu Çiçeği, Pilli Mutluluk, Küçük Adamın Hayatından Bir Gün, Avuç Dolusu Gece, Balkonda Yalnız Bir Adam Var, Anahit Teyzeyi Kim Tanır? Beyaz Gül Oteli, Bir Yürek Dönemeçte ve Beş Çok Kısa Öyküler ise; Geriye Hiç Bakma, Korlar da Rüya Görür, Azatlık Kuşları, Hoşça Kal Güzel Geçmiş ve Kahve Sabah öykücükleridir.
Nusret Merdan bu eserinde Irak Türkmen toplumunun içinden hareket ederek, öykülerini inci tanesi gibi dizmeye çalışmıştır. Kitapta ortay koyduğu öykülerin kurgusu, duygusu ve hikâye örgüsüyle bence çok etkileyici, incelikli anlatımıyla okurlarına kitabı okumaya heves vermekte yazar başarılı olmuştur.
Kitap bir genç kardeşimiz Kani Cebbarı[1], Kendisi ile Ocak 2021 tarihinde Kerkük’te tanıştım. Aslında ailesi ve kardeşi de Irak Türkmen edebiyatına aşına olan bir ailedir. Kani Hanım eğitim öğrenim gördüğü Kerkük Üniversitesi Türkçe bölümünde Türkmen edebiyatına ilgi göstermiş ve kardeşi ile Türkmen edebiyatını tanıtmaya çaba göstermişlerdir.
Kani Cebbari’nin Latin elifbasına aktardığı Nusret Merdan’ın “Günaydı Gece” eserinde sunuş bölümünde Yazar Doç. Dr. Gülsemin HAZER çok ince bir detaya değinmiştir.
“Günaydın Gece’deki öykü kişileri yaşadıkları mekândan ve toplumsal yapıdan memnun olmadıkları için genellikle düş dünyalarına sığınırlar. Yazar, toplumsal yapının bireyi nasıl kuşattığını, kendi küçük dünyasında sıkışıp kalmasına neden olduğunu, kimi zaman gözlemci kimi zaman da eleştirel bir bakış açısıyla ele alırken, gerçekçi anlayıştan uzaklaşmaz. Buna bağlı olarak denilebilir ki, öykülerdeki dramatik örgü, okuyucuyu şaşırtan büyük olaylar dizisinden değil, bir durumun ortaya çıkardığı anlar bütününden oluşmaktadır. Günaydın Gece’de kullanılan dil ve üslup da dikkat çekicidir. Nitekim yazar, öykülerinde anlatıcı için standart Türkçeyi kullanmayı tercih ederken, diyaloglarda bölgenin mahalli dilinin bütün canlılığıyla yaşamasına imkân vermiştir. Bu tercihin esere hem Türkçenin güzelliğini taşıdığı hem de okuyucuya bölgede kullanılan dilin mahalli özelliklerini duyma zevki vereceği söylenebilir”.
Kitabı edebi değerine değinen Doç. Dr. Gülsemin HAZER, Çağdaş Türkmen edebiyatında bu gibi çalışmaların daha artırılmasını umud ediyor. Bizler de bu düşünceyi 2003’ten beri bölgede izah etmeye çalışıyor. Saddam sonrası Irak’ta Latin harfleriyle eğitime başlayan okullarımız, mezun verdikleri öğrenciler sayesinde edebi kitaplarımızı Yeni Türkçeye aktarıp Türk edebiyatı literatüründe bir devrim yaratabilirdik. Ancak ne yazık, bu konuya bizzat edebiyatçılarımız ilgi göstermedi. Hale eski harflerle yazan eski edebiyatçılar Türkmen edebiyatının Türk dünyası edebiyatında varoluşunun hızını kesmişlerdir. İstisnalar kaideyi bozmaz.
Bugün Kani Cebbari ve Kardeşi Doktora öğrencisi Rawyar Cebbari, Irak Türkmen Edebiyatı eserlerini araştırıp ve yeni Türkçeye aktarmaları biz Türkmenler için büyük bir şanstır ve kazançtır. Bu gibi olumlu adımları desteklemekte Türkmen STK’lerin üzerine düşen bir Milli görevdir.
Gelecekte Kani ve Rawyar kardeşleri daha verimli çalışmalar yapacaklarına inanıyoruz. Bu bağlamda bu kitabın hazırlanmasında emeği geçen her kese teşekkür etmek bir boyun borcudur.
Kitapta Yeni Türkçeye aktarılan “Beş Çok Kısa Öyküleri” aşağıya alıyoruz.
GERİYE HİÇ BAKMA
Günlerdir izlediği adam, biraz sonra mutlaka gelir. Havanın aşırı sıcaklığı yüzünden, sokakta kimsecikler yoktu. Temmuz ayının sıcaklığı hâlâ cırt atmaktadır Kerkük sokaklarında. Ab ayı olmuştu bekleyeli. Elini belki onuncu kereydi, günlerdir belinden ayırmadığı tabancaya vurdu. O anda sokağın başında adam göründü. Sıska, uzun boylu biriydi. Ancak yanında sağ elinde balon tutmuş küçücük bir oğlan vardı. Hesapta bu yok idi. (s.47)
Birkaç adımdan sonra, adam çocuğu kucağına aldı. Sevecenlikle öptü. Çocukta mutlu mutlu boyuna sarıldı. Tetiği uzanan parmağında, titreme duydu. Çocuk öyle hoş sarılmış ki adama, içinde cız diye bir şeyin yandığını duydu. Burnunu kıvırdı yanık kokusunu doyummuşçasına adam önünden geçtiğinden tetiği tutan parmağı çoktan gevşemişti. “Koy bir uşaġtı,[2] menim kimin babasız kalmasın, babasız büyük olmasın.” Başı inik yavaş adımlarla olduğu yerden uzaklaştı. Senelerdir beslediği kin nefretten eser kalmamıştı içinde. On altı senedir bu nefretin çemberinde büyüdü. Çocuk oyunlarını hiç bilmeden hep babasının katilini öldürmek amacıyla büyütüldü tabancayı daima en yakın dost diye tanıttırdılar kendisine. Begler[3] Mahallesi’nde geçen pis, lağım suyu kokan arkaya baktı, elini uzattı tabancaya. Tabancayı attı o pislikten simsiyah olan suya. (s.48)
**
KÖRLERDE RÜYA GÖRÜR
Altı yaşındaki Ahmet her zamanki alışkanlığıyla dedesine sokuldu. Her gün yaptığı gibi tuttu ihtiyar adamı arkası gelmeyen soru siline. Aniden babasını hatırladı.
- Büyük baba, babam niçin cepheden gelmedi?
Ha zaman gelecek?
İhtiyar adam şefkatle torununun saçını okşadı.
Oğlu Memet’in[4] çocukluğu, okul yılları, evliliği geldi aklına karanlık gözlerinden iki damla yaş akacaktı ki, hemen sildi, torunu farkına varmadan.
- Babavu gövlüv istiri..?[5] (s.49)
- Çok istiri
Torununu mutlu etmek istiyordu, elinden geldikçe.
- Men dünen[6] babavu düşümde gördüm. Cepheden gelmişti, sana da bir sürü hediye getirmişti.
- Yalan diyisen. Körler nece düş görür…?
Torunundan beklemeyen yanıta, müthiş öfkeye kapıldı. İçinden ona tokat atmak geldi.
Bir anlık öfkeydi bu. O kadar kısa sürdü ki hiç farkında olmadan sizi gerileyen eli, gevşemiş.
Ve torununun saçlarını okşadığını hissetti kendini. (s.50)
**
AZATLIK KUŞLARI
Müthiş öfkesiyle eskimiş, çamurlu bisikletiyle eve döndü. Kitaplarını nefretle fırlattı masanın üstüne. Öğretmeni Eşref Efendi’nin elinden deli olacak. Ne yaptıysa iyi bir dereceye nail olmadı, kemiriyordu içini durmadan. Bu öfkeyi durdurmak için bir şeyler yapmalıydı. Bir bardak su içti oysaki hiç de[7] susmamıştı. Bardağı duvara vurup kırmak geldi içinden nedense vazgeçti. Biraz sonra kararlı yürüdü ağabeyinin renk renk kuşlarla dolu kafesine açtı kapısını, kuşları teker teker salıyordu gökyüzüne. Uzunca seyretti kuşları özgürce havalandıktan sonra mavi ufukta. (S. 51)
**
HOŞÇAKAL GÜZEL GEÇMİŞ
Elleri titir titir[8] titriyordu geçmiş canlanmıştı gözleri önünde. Taptaze görünüm kazanmıştı.
İçini özlemle çekti geçmişi de film şeridi gibi dikildi gene karşısına.
Elindeki sararmış mektuplar, buram buram güzel günler kokuyordu.
O günlerde uzun saçları vardı. Dostlarla dopdolu idi. Güzel gelecek günlerle gebe idi. Gözlerinden düşen yaşlar, mektuptaki birkaç sözcüğü, birbirine karıştırdı. Öyle hissetti ki mektuptaki sözcükler çok eski yıllardan kalmış. Günler geçtikçe de yığınla toz altında kalmaya mahkûm olmuş. (s.52)
İşte bu kadar zamandır kimse ona ne bir şey yazmış ne de söylemiş.
“Zata yanıma gelenlerin bes[9] adı insandır” Ali’yi düşündü bu mektupları kaç yıl önce aldığını hatırlamadı. Ne kadar duygulu bir insandı!
Kendisine, “Gülüm” demesini çok severdi. Kim bilir şimdi nerelerdedir.
Mektuba, yaşlı gözlerle özlemle bakmaktaydı ki, aşağıdan Behiye’nin sesini duydu.
Sildi gözyaşını, tazeledi makyajını, mektupları özetle yerine bıraktı. Kilitledi çekmeceyi.
Aynada baktı kendine. (s.53)
**
KAHVE SABAH
Çaylar demlenmişti. Birazdan aynı yüzler damlayacak kahveye. Tatlı bir serinlik kuşatmıştı doğan gün ışığının kemerini. Zeynel, çay ocağının yanındaki. Her gün karşılaştığı müşterileri beklemekteydi. Senelerdir. Bu mahalle de aynı işi yapmakta. Film Şakir, gürültü ile kahveye girdi. Her zaman olduğu gibi, dünden kalma sarhoşluktan, kan çanağına dönmüştü gözleri.
- Vüle Zeynel acı bir çay yap başım partlıyacaġ[10] işe gitmeden evvel, koy biraz öz özümüze geleġ.[11]
Radyoda sabah şarkıları. Kahve yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başladı. Kahveye en son giren yine Şehvetli İhsan da hemen, çöktü Film Şakir’in, yanına. (s.54)
Zeynel çayını bıraktı kirli masanın üstüne
- Vülen Şakir, gene içmekten gözler-ü şeş beş ederi. Şakir öfkelenerek
- Sen Allah vazgeç mennen.
Şehvetli İhsan, vazgeçmeye niyetli değildi.
- Vülen, dün vidoda nece bir film gördüm bele seks filmi hayatında görmiyipsen.
- Bir gün geberesen bu filmlerin üzünden.[12] Şehvetli İhsan sinsi sinsi güldü.
- Mayan senin benzinin bitmeyeceġ bu namussuz arak[13] üzünden..!
Bu sözleri duyanlar, katıla katıla güldüler. Zeynel de güldü. Tüm günleri bu havalar içindedir.
Vakit buldukça ara sıra sinemaya gider. Ama gene buradaki insanları seviyor. Mutludur aralarında.
Kahkahalar sakinleşince, gözlerini sokağa çevirdi. Sinema şeritlini andıran kahve dışındaki insanları bir ara doya doya seyretti. (s.55)
[1] Kerkük doğumlu Kâni Jabbari; ilk, orta ve lise öğrenimini doğduğu Diyale şehrinde tamamladı. Kerkük Üniversitesi İnsani Bilimler Eğitim Fakültesi Türk Dili Bölümü’ne kayıt yaptıran Jabbari, Doç. Dr. Sonay Hasan Tahsin danışmanlığında Türklerde Müslümanlıktan Önceki Dinler adlı lisans teziyle mezun oldu. 2012 yılından beri gönüllü olarak Şehba ve Gönül adlı kız liselerinde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak çalışmaktadır. 2020 yılında Kerkük’e bağlı Altunköprü İlçesinde kadrolu Türkçe öğretmeni olarak göreve başladı. Halen bu görevde olan Kanı, evli ve bir kız annesidir.
[2] Çocuktu.
[3] Beyler.
[4] Mehmet’im, Muhammet’im.
[5] Gönlün baban mı istiyor?
[6] Ben dünden.
[7] Hiç de.
[8] Tir tir.
[9] Sadece, fakat, ama.
[10] Patlayacak.
[11] Geleceğiz.
[12] Yüzünden.
[13] Tekel, içki.